Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Yedikıta Dergisi - Sayı 170 (Ekim 2022)

Yedikıta Dergisi

Yedikıta Dergisi - Sayı 170 (Ekim 2022) Gönderileri

Yedikıta Dergisi - Sayı 170 (Ekim 2022) kitaplarını, Yedikıta Dergisi - Sayı 170 (Ekim 2022) sözleri ve alıntılarını, Yedikıta Dergisi - Sayı 170 (Ekim 2022) yazarlarını, Yedikıta Dergisi - Sayı 170 (Ekim 2022) yorumları ve incelemelerini 1000Kitap'ta bulabilirsiniz.
İNCİRİN İSPATI
Ezop (Aisopos, M.Ö. 620-560) bugün Afyon'un Emirdağ ilçesinde, Hisar köyü yakınlarında bir yerde dünyaya gelmiştir. Fabl denilen, kahramanları hayvanlar olan, toplum hayatına dair ilk manzum hikâyelerin sahibidir Ezop, çirkin ve kekeme olması sebebiyle, çevresindekilerin kötü davranışlarını, zekasını kullanarak alt etmeyi başarıyordu. Bir gün efendisinin eve gönderdiği taze incirleri diğer hizmetkârlar yemiş ve suçu Ezop'un üzerine atmışlardı. Köleleri acımasızca cezalandıran efendiler için bu ağır bir suçtu. Ezop kendisini savunmayıp birkaç dakika cezasının ertelenmesini istedi. Bu isteği kabul edilince koşarak getirdiği bir kap suyu içtikten sonra parmağını boğazına sokarak midesindekileri çıkardı Midesinden, içtiği sudan başka hiçbir şey çıkmadı. Kekeme olduğundan, kendisini ifade edemese de suçsuz olduğunu ispat etmişti. Sonra, eliyle diğer hizmetkârları işaret ederek onların da aynısını yapmalarını istedi. Herkes şaşırsa da bu yolla incirleri kimlerin yediği ortaya çıkmıştı.
Vakıflar, Vakıf Kültürü
Osmanlı yönetim anlayışına göre devletin başlıca görevi iç ve dış güvenliği sağlamaktır Bu sebeple Klasik Dönem Osmanlı Merkezi bütçesinden bayındırlık Eğitim Kültür Sağlık ve sosyal hizmetler için ödenek ayrılmamaktaydı kamu yararı gözetilen eserlerin büyük çoğunluğu müessesatı Hayriye denilen Vakıflar tarafından yapılmaktadır Bu bakımdan Vakıflar Osmanlı Toplum hayatında mühim vazifeler denmişti
Reklam
Nik ü bedden ne olsâ dilde hâzır Lisânâ ol olur elbette zâhir Gönülde iyi kötü ne varsa, lisanda o zahir olur, görünür. Fuadi Ömer
250 syf.
10/10 puan verdi
·
Beğendi
·
20 günde okudu
Yine Muhteşem bir Sayıyı geride bıraktık Giriş kapağında "Sahîh-i Buhâri'nin neşrinde hakani hassasiyet" başlığıyla İkinci Abdülhamit Han hazretlerinin İlme ulemaya ve kitaplara hususî bir ehemmiyet gösterdiğini, bu minvalde 1894-1895 yıllarında Kur'an-ı Kerim den sonra en muteber kitap olarak kabul edilen Buhari-i Şerifi Mısır'da bastırarak kapağına da "Satılamaz,Alınamaz ve Rehin verilemez" kaydını koyarak İslami memleketlere Vakfetmesi, onun fazla bilinmeyen büyük hizmetlerinden olduğunu, Kafkaslarda siyahilerin yaşadığını, Cer atolyelerini, Alim ve Müfessirler Şehri olan KEFE' yi öğrendik. Ve son olarak Osmanlı'nın devasa sulama projeleriyle sayımızı bitirmiş olduk. İyi ki varsın YEDİKITA
Yedikıta Dergisi - Sayı 170 (Ekim 2022)
Yedikıta Dergisi - Sayı 170 (Ekim 2022)Yedikıta Dergisi · 017 okunma
Nik ü bedden ne olsâ dilde hâzır Lisânâ ol olur elbette zâhir Fuâdî (Ömer) (Gönülde iyi kötü ne varsa, lisanda o zahir olur, görünür.)
İNCİRİN İSPATI
Ezop (Aisopos, M.Ö. 620-560) bugün Afyon'un Emirdağ ilçesinde, Hisar köyü yakınlarında bir yerde dünyaya gelmiştir. Fabl denilen, kahramanları hayvanlar olan, toplum hayatına dair ilk manzum hikâyelerin sahibidir. Ezop, çirkin ve kekeme olması sebebiyle, çevresindekilerin kötü davranışlarını, zekâsımı kullanarak alt etmeyi başarıyordu. Bir gün efendisinin eve gönderdiği taze incirleri diğer hizmetkârlar yemiş ve suçu Ezop'un üzerine atmışlardı. Köleleri acımasızca cezalandıran efendiler için bu ağır bir suçtu. Ezop kendisini savunmayıp birkaç dakika cezasının ertelenmesini istedi. Bu isteği kabul edilince koşarak getirdiği bir kap suyu içtikten sonra parmağını boğazına sokarak midesindekileri çıkardı. Midesinden, içtiği sudan başka hiçbir şey çıkmadı. Kekeme olduğundan, kendisini ifade edemese de suçsuz olduğunu ispat etmişti. Sonra, eliyle diğer hizmetkârları işaret ederek onların da aynısını yapmalarını istedi. Herkes şaşırsa da bu yolla incirleri kimlerin yediği ortaya çıkmıştı.
Reklam
Yıldırım Bayezid Han'ın naaşının, 9 Mart 1403 günü Akşehir'de vefatı üzerine Emir Timur'un emri ile Şeyh Mahmud Hayranî Türbesi'ne konulduğunu; ancak sultanın Bursa'ya defnedilmesine dair vasiyeti olduğu anlaşılınca, daha sonra Musa Çelebi tarafından Bursa'ya nakledildiğini... Biliyor muydunuz?
Türkler iyi karakterli, kuvvetli ve cesur insanlardır.
Kefe'nin de yer aldığı Kırım sınırları içerisinde kullanılan arabaları tarif eden İbn-i Battuta, çağının belki de en konforlu araçlarını şu cümlelerle ifade emekteydi. "Onlar (Arapça tekerlekli araç anlamindaki) acalatya araba diyorlar. Bu araçların her birinin dört tekerleği olup iki veya daha fazla atla çekiliyor. Ağırlığına göre bazen öküz veya develer koşuluyor önüne. Arabacı, hayvanlar arasında semerli olana biner, elindeki kamçıyla hayvanları idare eder. Arabanın üzerine ince ağaç çubuklarından yapılmış ve birbirine kayışlarla kenetlendirilmiş kubbeyi andıran hafif bir iskele bindirilir. Bunun üzerine keçe veya çadır bezinden mamul bir örtü konulur. Kubbenin kafesli pencereleri vardır, içeride bulunanlar etrafı seyrederler ama dışarıdan görülmezler. Arabanın içi uyumaya, yemek yapmaya, kitap okumaya elverişlidir seyahat boyunca. Yiyecek, içecek, eşya ve yüklerin taşındığı arabalar da üzerindeki evceğizlerden dolayı yolcu arabalarına benziyor ama onların kapısına kilit asılmıştır... Hacılar Hicaz yolunda nasıl selametle seyahat ederlerse Türkler de bu bozkırlarda öyle yolculuk ediyorlar; sabah namazından sonra yola çıkıp kuşluk vaktinde konaklıyorlar. Öğleden sonra tekrar yola koyulup akşamüzeri istirahat veriyorlar. Sultan veya bir başkası; hiç kimse hayvanına yem ve arpa yedirmez. Zira yeşil mera, sabah akşam hayvanlar için yem ve arpa yerine geçer. Böyle gür ota başka bir ülkede rastlanmaz... Şunu da belirtmek gerekiyor; Türklerin hırsızlıkla igli cezaları çok ağır. Hayvan sürüleri bekçisiz, çobansız otlayabilmekte... Türkler iyi karakterli, kuvvetli ve cesur insanlardır.
Kefe de Fütuhat Öncesi İrşadi Faaliyetler
Dünyanın neredeyse yarısından fazlasını dolaşmış olan Tancalı (Fas) seyyah İbn-i Battûta, zorlu bir deniz yolculuğundan sonra vardığı Kırım'da Kefe'yi de ziyaret edip âlim ve fakihleriyle görüşme imkânı bulmuştu. Büyük bir kısmı Cenevizli ticaret erbabından oluşan şehirde, her yerden gelen çan seslerini duyunca irkilen İbn-i Battûta, şehirdeki mescidde bulundukları sırada yol arkadaşına, mescidin üstüne çıkıp Kur'ân-ı Kerîm ve Ezan-ı Muhammedi okumasını söyler. Bir süre sonra, zırhlı ve tepeden tırnağa silahlı bir kişi mescide gelir. Meğer bu zat, Kefe'nin kadısıdır ve İbn-i Battuta ile maiyetine bir şey oldu zannıyla pür silah mescide gelmiştir. Kırım'da; Hanefì kadısı Şemseddin Saylî, Şâfîî kadısı Hıdır, Hoca Alaeddin, Melik Nâsır'ın inşa ettirdiği büyük camide hatiplik yapan Şafiî hatibi Ebû Bekir ve İslâmiyet'le yeni şereflenen Rum asıllı bilge zahit Şeyh Muzafferüddîn ve salih bir kişi olan Muzhirüddîn gibi isimlerle tanışma fırsatı bulan İbn-i Battûta, burada İtalyalı tacirler arasında büyük bir irşadî faaliyetin varlığına dikkat çekmiştir.
Reklam
Âlim ve Müfessirler Şehri KEFE
Bir zamanlar Osmanlı gölü olan Karadeniz'in kuzey sahillerinde kurulmuş, tarihî kaynaklarda "Yarım İstanbul" diye bahsedilen güzel şehir Kefe, stratejik ehemmiyetinin yanı sıra medreseleriyle ve âlimleriyle de meşhurdu. Fatih Sultan Mehmed Han'ın fethiyle Osmanlı mülküne dâhil olmuştur.
"İLİM TAHSİLİ HER ŞEYDEN ÜSTÜNDÜR!" MUSLİHUDDİN MUSTAFA EFENDİ Osmanlı'nın önemli âlimlerinden olan Muslihuddin Mustafa Efendi, Fatih Sultan Mehmed Han döneminde yaşamıştır. Pek çok önemli görevlerde bulunan Muslihuddin Efendi, devrin en yüksek ilim müesseselerinde müderrislik yapmış, birçok talebe yetiştirmiştir...
Fatih Sultan Mehmed Han'ın hayatı incelenirken daha ziyade İstanbul ve diğer fetihleri sebebiyle siyasî hayatı ön plana çıkartılır. Lakin daha küçük yaşta ilim tahsiline başlayan padişahın kültür hayatı ele alındığında, ilmî sahada da birbirinden kıymetli başarılara imza attığı görülecektir. Devrin en büyük ilim müessesesi Sahn-ı Semân Medreseleri'nin inşası, bu başarıların müstesna bir nişanesidir. Devrinin âlimleriyle ilmî münazara yapabilecek seviyede ilmî birikime sahip padişahın, diğer bir hususiyeti de memleketindeki bütün âlimleri yakından tanıması ve onları ilmî kabiliyetlerine göre, vazifelere tayin etmesidir.
37 öğeden 1 ile 15 arasındakiler gösteriliyor.