Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Yedikıta - Sayı 1 (Eylül 2008)

Yedikıta Dergisi

Yedikıta - Sayı 1 (Eylül 2008) Gönderileri

Yedikıta - Sayı 1 (Eylül 2008) kitaplarını, Yedikıta - Sayı 1 (Eylül 2008) sözleri ve alıntılarını, Yedikıta - Sayı 1 (Eylül 2008) yazarlarını, Yedikıta - Sayı 1 (Eylül 2008) yorumları ve incelemelerini 1000Kitap'ta bulabilirsiniz.
- Şer’iye sicilleri Osmanlı devrinde şer’i mahkemlerde kadılar tarafından yapılan muhakemeler neticesinde verilen hükümlerin,hüccet ve i’lam gibi kayıtların,merkezden gönderilen ferman,berat, buyruldu ve kanunname gibi yazıların veya kadıların birbirleriyle yahut diğer mahalli idarecilerle yaptıkları yazışmaların kaydedildiği defterlerdir.Bu çeşit defterlere;kadı defterleri,kadı sicilleri, sicillat-ı şer’iye (şer’iye sicilleri),mahkeme sicilleri gibi isimler de verilir. - Şer’iye sicilleri,tarihimize ait en önde gelen kaynaklar arasındadır.Bilhassa mahalli tarihler için en mühim kaynak,bu defterlerdir.Tutulduğu mahallin beledi ve inzibati işleri,devletin çıkardığı muhtelif yasaklar,o çevrede tatbik edilen tımar teşkilatı,vakıf müessesesi ve bölgenin zirai vaziyeti hakkında bilgileri bu defterde bulmak mümkündür. - Osmanlı devrinden günümüze 20 bine yakın şer’iye sicil defteri intikal etmiştir ki,bunlardan İstanbul’la alakalı olanlar İstanbul Müftülüğü Arşivi’nde,diğer vilayetlere ait olanlar ise Başbakanlık Osmanlı Arşivi’nde bulunmaktadır.Bunlardan başka Türkiye dışında Bulgaristan,Yunanistan,Arnavutluk gibi Balkan ülkeleriyle Suriye,Mısır,Lübnan,Suudi Arabistan gibi ülkelerde de Osmanlı devrinden kalma şer’iye sicilleri bulunmaktadır.
Erbil emiri Muzafferuddin Gökbörü,dul kadınların ikametleri için bina yaptırmış,süt çağında anneleri ölen bebeklere süt anne tutulması ve yetimlere yetim evi temin edilmesi maksadıyla vakıf tesis etmiştir.
Reklam
Meşhur seyyah İbn Batuta Seyahatnamesinde,Şam’da son derece kıymetli bir porselen yemek kabını kıran kölenin,ödeyeceği kap tazminatının kendisi tarafından değil,”fakir kölelerin,efendilerine hizmetleri esnasında verdikleri zararları tazmin gayesi ile”kurulan bir vakıf tarafından karşılandığı yazmaktadır.
Vakıflar hem içtimai dengenin sağlanıp,servetin adil bir şekilde dağılmasında büyük rol oynamışlar,hem de servetin fuzuli kullanılmasının önüne geçilmesi,bütçeden karşılanamayan hizmetlerin yapılması,paranın daimi surette hareketli kalması ve millet menfaatine olan imaret,yol,sağlık tesisleri,talim ve terbiye yuvaları,ibadet mahalleri, konaklama tesisleri,hamamlar gibi amme hizmeti veren müesseselerin açılmasına en büyük amil olmuşlardır.Osmanlı vakıfları hakkıyla tedkik edildiğinde,onların cemiyetin içtimai ve ahlaki bir aynası olduğu görülür.
Osmanlı'da Vakıflar
1530-1540 yılları arasında Anadolu eyaletindeki vakıfların bütün geliri 13.641.684 akçe olarak gerçekleşmiştir.Bu gelirler ile 112 medrese,623 zaviye,154 muallimhane,dört darü’l-huffaz işletilmiş ve 121 müderris ile 8055 hizmetli aynı vakıflardan maaş almıştır. 1530-1540 tarhleri arasında Hüdavendigar Livasının 1966 köyünden 47’si,Kütahya Livasının 1071 köyünden 166’SI,Karahisar-ı Sahip’in 629 köyünden 118’i,Sultanönü (Eskişehir) Sancağı’nın 45 köyü,Akssaray Livası’nın da 211 köyünün geliri,öşrü veya haracı vakıflara tahsis edilmişti. 18.Yüzyılda devlet gelirlerinin yarıya yakınını vakıflara aitti. Hüdavendigar,Kütahya ve Karahisar-ı Sahip livalarında mevcut olan sultan ve vezir vakıflarından,3756’sı hizmetli,3299’u şeyh ve talebe olmak üzere toplam 7055 kişi maaş almaktaydı.Fatih vakıfları tarafından işletilen Fatih Camii imaretinden ise 1490 yılında 496, Ayasofya vakıflarından da 457 kişi maaş alıyordu.Vakıflardan maaş alanların sayısı 18. asırda 86.915 kişiyi bulmuştu.
Fotoğraf albümlerinin bize ulaşma şekli oldukça ilginçtir.32 yıl,7 ay,27 gün padişahlık yapan Sultan II.Abdülhamid Han,1909 yılında tahtından indirilirken Yıldız Sarayı yağma ve talan edildi.Kütüphane vazifelisi Kalkandelenli Sabri Bey,paha biçilemez eserler ve koleksiyonların yağmalanmaması için kütüphane kapısının eşiğine yatıp,hiç kimsenin kendisini öldürmeden içeri giremeyeceğini söylemiş ve kimseyi içeri sokmamıştır.Nezih mekan ve nefis eserler yok olup gitmekten bu şekilde kurtarılmıştır.
Reklam
1853-1856 yılları arasında Ruslarla yaptığımız Kırım Savaşı dünya tarihinde fotoğraflanan ilk savaş olduğu gibi,ayrıca Osmanlı Devletinde gazetecilik maksatlı çekilen ilk fotoğraf olmuştur.
Ceride-i Havadis Gazetesi’nin 7 Temmuz 1842 tarihli nüshasında fotoğrafın resme göre çabukluğu şöyle anlatılmaktadır: “Ressamların bir adamın resmini yapacakları vakit günlerce adamı karşılarına oturtup, defalarca nazar edip kemail-i sabr ile hayli zahmetli resmettikleri,lakin bu âlât ile resim olunacağı vkitte güneşte altı saniyede ve güneşsiz vakitte yarın dakikada âlât vasıtasıyla resm edip bitirdikleri”belirtilmektedir.
Tarihi seyir içinde çeşitli merhaneler geçiren fotoğraf makinesinin asıl icadı,Fransız İlimler Akademisi mûcitlerinden J.M.Daguerre tarafından yapılmıştır.Daguerre,kendi adıyla bilinecek tekniğini geliştirerek 1839 yılında bağlı bulunduğu akademinin basın bülteninden tüm dünyaya ilân etmiştir. Îcadının üzerinden fazla bir vakit geçmeden Takvim-i Vekayi Gazetesinin 28 Ekim 1839 Pazartesi günkü 186.sayısında fotoğraf makinesinin bulunuşu ilan edilmiştir.Haberde fotoğrafın tarihi seyri anlatılmış,teknik hususiyetlerinden söz edilmiş,ayrıca M.Deguerre hakkında tanıtıcı bilgiler verilmiştir.M.Deguerre’nin çıraklarından pek çoğu bu tekniği öğrendikten sonra dünyanın dört bir yanına dağılmışlardır.Bu fotoğrafçılardan bazıları İstanbul’a da gelmiştir.Bunlardan biri Avrupalı seyyah M.Kompa’dır.
Sultan Abdülhamid Han : “Her resim bir fikirdir.Bir resim yüz sayfa ile ifade olunamayacak siyasi ve hissi mânâları telkin eder.Onun için ben tahrîrî münderecattan (yazılı bilgilerden) ziyade,resimlerden istifade ederim.”
Reklam
Günümüzde Batı’da kuvvetler ayrılığına dayanan bir sistem varsa bunda da Osmanlı’nın tesirini görmek mümkündür.Gerek Rousseau’nun gerek Maontesquieu’nun öncüsü Jean Bodin’dir.Osmanlı Devleti’nin ihtişamı,bütün çarklarının bir saat gibi işlemesi,Bodin’in dikkatini çekmiş ve onun devlet görüşüne derinden tesir etmiştir.Bodin’in devlet görüşlerini geliştirip,kuvvetler ayrılığını net bir halde Montesquieu işlemiş,ona içtimai veçheyi de Rousseuau ilave etmiştir.
Asil ruhlu Kayı Boyu’nun kurduğu Osmanlı medeniyeti bütün avrupayı büyülemişt.16. ve 17. Asırlarda Paris sosyetesi için en ideal tip Türk imajıydı.Paris’te evinde Şark odası yani Türk odası olamayan “gerici” sayılırdı.Fransa’da Türkçe kelime kullanmak modaydı. Askerlerimizin “Kul aşı”bütün Batı sosyetesinde “Gulaş”olmuştu.Viyana kuşatması sırasında,dinlenme zamanlarında Türkler bir şey içiyorlardı.”Bu milletin içtiği ne ?”diyen Avusturya aristokrasisinin merakı uyanmıştı.Sonunda içilenin kahve olduğunu anladılar ve adını bile değiştirmeden “kahve”içmeye başladılar.Kahve dükkanı açmak Viyana’dan sonra Avrupa’nın diğer şehirlerinde moda oldu.
Osmanlı cemiyetinde çiçeklerin de ayrı bir dili vardı.Mesela cumbalı bir pencerede saksının içinde kırmızı bir çiçek görünüyorsa,bunun manası şu idi; “Ey yolcu ! Bu evde genç kız var; lütfen konuşmalarınıza dikkat edin,argo kelime kullanmayın.”Şayet penceredeki çiçek sarı ise “bu evde hasta vardır,yüksek sesle konuşmayınız.”manasına gelir.Çiçekleri konuşturan bir medeniyet,elbette “Gül Muhammed”i gönüllerde ve başlarda taşır.
“Kerîm devlet”yani benimsenen ve aileden biri olarak kabul edilen bir devlet anlayışıyla kurulan Osmanlı Devleti,sadece insanlara karşı “kerîm değil,aynı zamanda hayvanlara karşı da insanî idi.Dünyanın bazı yerlerinde kadınların boyunlarına tasma takılarak pazarlarda “hayvanlar”gibi satıldığı bir devir olan 15.yüzyılda Osmanlı’da nalsız bir beygire yük vurmak suç olarak görülüyordu.Buzağısı olan bir ineği sonuna kadar sağmak da hukuka aykırıydı.Sağan ikaz edilir,buzağıya süt bırakılmamaya devam edilirse,ebediyen inek bakma hakkı elinden alınırdı.Arı kovanından balın sonuna kadar boşaltılması da suçtu.
27 öğeden 1 ile 15 arasındakiler gösteriliyor.