Beni hor görürcesine başınızı sallayacak ve belki de şunları söyleyeceksiniz bana:
"Yaptığınız ayıp, küçültücü şeyler... Yaşamaya susadığınız hâlde, yaşamın sorunlarını bir mantık karmaşasıyla çözmeye kalkışıyorsunuz. Sırnaşık ve küstah davrandığınız hâlde, ne kadar korkaksınız! Saçmaladığınızda kendinizi çok beğeniyor ama sert ve küstah sözler kullandıktan sonra, durmaksızın ürküyor ve özürler yağdırıyorsunuz. Bir yandan korkunun ne olduğunu bilmediğinizi söylerken, bir yandan da yaltaklanıyorsunuz. Bizi öfkeden dişlerinizi gıcırdattığınıza inandırmaya çalışırken, öte yandan güldürmek içinde türlü maskaralıklar yapıyorsunuz. Ustelik esprilerinizin hiç de gülünecek bir tarafı yok ama taşıdıkları edebideğer, herhâlde sizi sevindiriyor. Belki gerçekten acı çekmişsinizdir fakat bu acınıza bile saygı göstermiyorsunuz. Içtensiniz; anca konurunuz eksik, gururunuz yüzünden en küçük şeyleri bile sorun hâline getirip, içinizde gerçeği çarçur ediyorsunuz. Gerçekten söylemek istediğiniz bir şeyler var fakat korkunuz yüzünden kelimeleri ağzınızda geveleyip duruyorsunuz. Çünkü düşünceleriniaçıkça söyleyecek -cesareti kendinizde bulamıyor ve kararsız biraküstahlık içerisinde boğuluyorsunuz. Anlayışınızla gurur duyuyorsunuz ama kararsızsınız; kafanız çalıştığı hâlde yüreğinizi ahlaksızlık karartmış. Oysa yüreği temiz olmayan kimsenin anlayışı datam olamaz. Ya o yılışıklığınıza, kırıtmalarınıza ne demeli! Hepsiyalan... Yalan!"
İsteseniz de dilinizi çıkaramayacağınız, bütün bakışlardan uzakta, nanik bile yapamayacağınız, sonsuza kadar ayakta kalacak camdan bir saraya inanmışsınız. Belki de tüm bunları yapamayacağım için bu saraydan çekiniyorum.
Yağmur yağarken bile böyle bir saray yerine, bir tavuk kümesi görsem, ıslanmamak için oraya sığınırdım. Ama kümes beni yağmurdan korudu diye de ona minnettar kalıp, saray gibi göremem doğrusu. Bana gülerek, böyle bir durumda kümesle sarayın arasında bir fark olmadığını söyleyeceksiniz. "Evet, yaşamda tekamacımız ıslanmamak olsaydı, söylediğiniz doğru olurdu" diyecevap veriyorum size.
Yazılanıma başlarken, anlamanın insanın baş belâsı olduğunu, bunu sevdiğini ve hiçbir şeyle değişmeyeceğini söylemiştim. Anlama, iki kere iki dördün karşılaştırılamaz derecede daha yükseğindedir.