Sonbaharda en hafif bir rüzgara bile dayanamayarak yere düşen, çürüyüp mahvolmaya mahkum olan şu yaprağın düşüşü misali yaşanan ve ızdırapla son bulan bu hikaye… Ah, zavallı Necdet!
Ah, anlatamıyorum! Anlatamıyorum kalbimin ince bir damarının koptuğunu, ruhumun bir acı bir keder, bir hüzün perdesi ile örtüldüğünü nasıl bir dille anlatayım? Kime anlatayım?
Ah, anlatamıyorum, anlatamıyorum... Kalbimin ince bir damarının koptuğunu, ruhumun bir elem, bir keder, bir hüzün perdesiyle örtüldüğünü nasıl bir lisanla anlatayım? Kime anlatayım?"
Bir aralık yüzüme kurumuş bir yaprak düştü.Hayalden uyandım.İşte bu da,en hafif rüzgâra bile mahkûm olan şu yaprağın düşüşü de bana hayatın gerçeğini gösteriyordu.
Dikkatle baktım, küçücük fidanın sol tarafında bir tepecik, taze toprak yığıntısı. Başucuna dikilmiş bir tahta parçası... Hayatın gerçeği bundan mı ibaretti? O güzel bedenin dünyaya gelip gittiğine şimdi şu tahta parçası mı tanıklık edecekti?