O anda değdiği iki kişiye özel olduğuna inanılan tek hastalıktı aşk. Biz iki hasta, yeryüzünün en şanslı iki kişisi olduğumuzu sanıyorduk. Kimselere layık görülmeyen o esrarlı şurup bir bize nasip olmuştu. Bir bizim kalplerimiz aydınlanarak, sevdanın nurlu ışığıyla dolmuştu.
Yokluğunun, birilerinin varlığına tesir etmesi gerekir. Etmiyorsa, kimse için önemli olmamışsın, kimsenin hayatında boşluğu hissedilecek bir yer dolduramamışsın demektir. Uçsuz bucaksız bir yalnızlığın orta yerinde yaşamışsın demektir.
uzun zamandır karşıma çıkan Düşerken kitabı ile Tarık Tufan'la tanışmış oldum. Kitabı ilk okumaya başladığınızda sıradan konusu olan romanlardanmış gibi hissediyosunuz ama okudukça olayların içine giriyosunuz ve hiç de sıradan olmadığını anlıyosunuz. İshak ve Jülide'nin birbirlerini yalnızca 3 kere görüp her şeyi artlarında bırakarak gitmeleri, kaçmalarıyla başlıyor kitap. İshak 3 çocuğunu, karısını Jülide ise evini bırakıp bilinmez bir yola gidiyor. Birbirinden tamamen zıt olan bu iki karakter aslında evlerinden değil geçmişte yaşadıkları kötü anılardan uzaklaşabilme umuduyla kaçıyor. İshak ve Jülide birbirine o kadar iyi geliyor ki yaptıkları ne kadar kötü olsa bile o masumlukları karakterlere kızmanıza engel oluyor.
konunun güzelliğinin ve sürükleyiciliğinin yanında yazarın dili o kadar sade ama tasvirleri o kadar kuvvetli ki sayfaların nasıl geçtiğini anlayamıyosunuz bile.
DüşerkenTarık Tufan · Profil Kitap Yayınları · 20186,3bin okunma