Kendime Atatürk hakkında 100 kitap okuma hedefi koymuştum. Bu hedefe -biraz yavaş da olsa- doğru gidiyor, Atatürk üzerine bulabildiğim kitapları topluyor ve fırsat buldukça da okuyorum. Hedefimde sadece biyografi kitapları yer almıyor; anı, hatırat, günlük ve 1923-1938 arası devletler arası ikili ilişkileri ve iç siyaseti ele alan kitaplar da var.
Vatan mutlaka selamet bulacak. Millet mutlaka mesut olacaktır. Çünkü kendi selametini, kendi saadetini memleketin ve milletin selamet ve saadeti için feda edebilen vatan evlatları çoktur. Cümlenize selam ederim, kardeşim.
Derne Kuvvetleri Kumandanı M. Kemal.
"Milliyetçi güçlerin elindeki imkânlar hakikaten çok kısıtlıydı. Meclis'in açıldığı gün Türk topraklarında 38.000 İngiliz, 59.000 Fransız, 17.000 İtalyan ve 90.000 Yunan asker konuşlanmıştı."
"Büyük ihtimalle 1880-81 Kışı'nda veya 1881 Baharı'nda Osmanlı'nın vilâyet şehri Selânik'te (Yun. Thessaloniki) doğa oğlan çocuğu, Ali Rıza Efendi'yle zevcesi Zübeyde'nin dördüncü evlâdıydı."
"Paris'in banliyölerinden Sèvres'in adı Türkler arasında pek tarih okumamış olanların bile kulağına aşinadır. "Sevr", 10 Ağustos 1920'de imzalanan ama hiçbir Türk parlamentosu tarafından onaylanmayan Barış Antlaşması'nın adıdır."
Atatürk’ün doğum tarihi 1936 yılında, İngiltere kralı VIII. Edward Ankara’ya senenin hangi günü kutlama mesajı göndermesi gerektiğini sorduğunda, resmen 19 Mayıs 1881 olarak kayda geçirilecektir.
"Atatürk'ün rejimi gerçekten de ağır bir 'talim-terbiye diktatörlüğü'ydü ("kanattan ıslahata"). Fakat tipolojik açıdan onu Avrupa ve Latin Amerika'da iki dünya savaşı arasında boy göstermiş diktatörlük rejimleri arasında saymak kolay değildir."
"Atatürk'ün mirasını yönetenler, kendisinin isminde bizzat ve isteyerek yaptığı değişikliği sonradan suskunlukla geçiştirdiler. Daha 10 Kasım 1939'daki ilk ölüm yıldönümü anma töreninde sadece Kemal Atatürk'ten söz edilecektir."
Kimse inkâr edemez ki, bu harpte ve ondan evvelki harplerde milletin kabiliyet-i hayatiyesini tutan hep kadınlarımızdır. Çift süren, tarlayı eken, ormandan odunu, keresteyi getiren, mahsulâtı pazara götürerek paraya kalbeden, aile ocaklarının dumanını tüttüren, bütün bunlarla beraber; sırtıyla, kağnısıyla, kucağındaki yavrusuyla, yağmur demeyip, kış demeyip, sıcak demeyip cephenin mühimmatını taşıyan hep onlar, hep o ulvî, o fedakâr, o ilâhi Anadolu kadınları olmuştur.
...
Şehirlerdeki kadınlarımızın tarz-ı telebbüs ve tesettüründe [giyim ve örtünme biçiminde] iki şekil tecelli ediyor; ya ifrat, ya da tefrit görülüyor. Yani ya ne olduğu bilinemeyen, çok kapalı, çok karanlık bir şekl-i haricî gösteren bir kıyafet, veyahut Avrupa’nın çok serbest balolarında bile kıyafet-i hariciye olarak arzedilemeyecek kadar açık bir telebbüs. Bunun her ikisi de şeriatın tavsiyesi, dinin emri haricindedir. Bizim dinimiz kadını o tefritten de, bu ifrattan da tenzih eder.
...
Her milletin kendi gelenekleri, örf ve âdetleri, kendine has millî özellikleri vardı.
"İstanbul'da son Osmanlı padişahının çevresinde kümelenmiş eski elit ile Anadolu direnişinin adamları arasında, aşağı yukarı 17 yaş fark vardır. Mustafa Kemal'in nesli, Cumhuriyet'in kaderine 1970'lere gelinceye kadar dangasını vuracaktır."
"1926'dan itibaren Gazi'nin bir heykeli Gülhane Parkı'nın içinde önemli bir mihenk noktası haline gelmiştir. Bu onun ayakta betimlendiği ilk heykelidir ve İstanbul Belediye Başkanı'nın girişimiyle Avusturyalı heykeltıraş Heinrich Krippel'e yaptırılmıştır."
1920'li ve 1930'lu yıllar, otoriter liderler çağıdır. O koşullarda Mustafa Kemal Atatürk'ün, birçok taraftarınca (mesela Cenab Şehabeddin) Nietzschevarî bir "üstün insan" veya Ulu Önder (Alm. "Grosser Führer") olarak nitelendirilmesi kaçınılmaz olmuştur. Oysa Atatürk'ün zamanın diktatörleri Mussolini, Stalin ve Hitler'le ortak bir yönü bulunmaz.