Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur
Profil
“Cemal Madanoğlu hatıratında bu konudaki bir konuşmayı paylaşmıştır. Madanoğlu, Türkiye'nin NATO'ya üye olmasının hemen ardından Genelkurmay Başkanlığında yapılan bir toplantıda o dönem Dışişleri Bakanlığının NATO nezdinde görevlendirdiği bir delege olan Fatin Rüştü Zorlu'nun Türk Silahlı Kuvvetleri’nin NATO ihtiyaçları gözetilerek revize edilecek yeni planlaması hakkında askerlere bilgi verdiğini anlatmaktadır. Buna göre Fatin Rüştü Zorlu Türk ordusunun yeni harp planı üzerine konuşmuş ve bir Komünist ülke taarruzu olursa, taarruzu savunma evresinde NATO'nun herhangi bir destek vermeyeceğini, NATO kuvvetleri karşı taarruz gücüne erişinceye kadar Türkiye'nin kendi başının çaresine bakacağını ve oyalama muharebeleri yaparak İskenderun Körfezi yakınlarına değin çekileceğini belirtmiştir. Ardından da bu körfezi çevreleyen dağlarda savunmaya devam edilecek ve NATO üyesi müttefik devletlerin Anadolu topraklarına yapacağı çıkarma güvence altına alınacaktı.”
Sayfa 439Kitabı okudu
1/3
“Modern askeri birlikler söz konusu olduğunda ise Türk Kara Kuvvetleri’ndeki birliklerin Amerikan ordusundaki muadilleri ile arasında açık bir kuvvet dengesizliği bulunmaktadır. Yine Türk askeri birliklerinin muharebe gücünü değerlendiren bir JAMMAT raporuna göre, 1950'lerin başlarında bir Türk piyade tümeninin zayıf bir Amerikan piyade alay muharebe grubuna, bir Türk zırhlı tugayının ise takviyeli bir Amerikan tank taburuna eşit olduğu vurgulanmaktadır. Bu da aynı dönemde Türk Kara Kuvvetleri’ndeki askeri birliklerin Amerikan Kara Kuvvetleri’ndeki muadillerine oranla onların 1/3'ü kadar muharebe gücüne sahip olduklarını göstermekteydi.”
Sayfa 432Kitabı okudu
Reklam
"Jet uçaklarının gölgesi altında kılıç ve mızrakla taarruz..."
“Bunların haricinde Amerikan kaynakları yapılan bütün çalışmalara rağmen 1952 yılı itibarıyla Türk Kara Kuvvetleri'nin tam olarak modernize edilemediğini ve bu yönüyle Batı ordularından farklı (ilkel - modern karışımı) bir görünüme sahip olduğunu da ifade etmişlerdir. Örneğin, Türk Kara Kuvvetleri'nde halen geleneksel muharip süvari birlikleri yer almaktadır. Daha da ilginci, Türk askeri yetkilileri Amerikalıların yaptığı her türlü telkine rağmen muharip süvari birliklerini lağvetmemiştir. Hâlihazırda Türk Kara Kuvvetleri'nin sahip olduğu on dokuz tümenden üçü süvari tümenidir. Bu durum ister istemez ironik bir görüntüyü ortaya çıkarmaktadır. Zira jet uçaklarının gölgesi altında kılıç ve mızrakla taarruza kalkan süvari birlikleri modern savaş doktrinleri ile hiçbir şekilde uyuşmamaktadır. Yine modern tank birliklerinin topları katırlarla taşınan topçu birlikleri ile desteklenmesi de benzer bir görüntü oluşturmaktadır.”
Sayfa 431Kitabı okudu
Bununla beraber Türk Silahlı Kuvvetleri'nin bir savunma ordusu olarak teşkil edildiği belirtilerek Türk Silahlı Kuvvetleri'nin 1952 yılı itibarıyla modern ve kararlı bir orduya karşı etkin bir taarruzu icra edebilecek durumda olmadığının da altı çizilmiştir. Bunda etkili olan hususlar ise şöyle sıralanmıştır: * Türk ordusunun en zayıf
"Bu düşünceyi teyit eden bir açıklama Türkiye Cumhuriyeti'nin üçüncü Cumhurbaşkanı Celal Bayar'dan gelmiştir. Bayar'a göre bu dönemde Türkiye'nin önceliği Batı ülkelerinin dâhil olduğu bir örgütlenmeye girmekten ziyade Amerika Birleşik Devletleri'nin resmi güvencesini alacak bir ittifak yapmaktı.”
Sayfa 402Kitabı okudu
“Türkiye tarafında ise zaten yetersiz olan mevcut yol sisteminin İkinci Dünya Savaşı yılları boyunca bakıma alınamaması, merkez ile periferi arasındaki bağlantıyı iyice sekteye uğratacağından sağlıklı bir kara yolu ağına sahip olmak artık elzem hale gelmişti. Buna mukabil iktisadi açıdan önemi herkesçe kabul edilen bu zorunluluğun zaman zaman paranoyaya varan gerekçelerle görmezden gelindiğini iddia edenler de vardır. Bu iddalara göre başta Mareşal Fevzi Çakmak olmak üzere, Türk karar vericileri bilhassa ülkenin merkezinden doğusuna doğru gidecek bir kara yolu hattını muhtelif askeri mülahazalarla kasten yaptırmamış ya da atıl durumda kalmasını sağlamışlardır. Çünkü arızalı bir araziye sahip olan Doğu Anadolu'ya yapılacak kara yolu haccının motorizasyon ve mekanizasyon açısından zayıf durumda bulunan Türk ordusuna değil, düşmanın işine yarayacağı düşünülmüştür”
Sayfa 395Kitabı okudu
Reklam
Türk Kara Kuvvetleri teşkilat yapısı:
Öte yandan artık "Kuvvet" statüsü verilmiş olan Türk Kara Kuvvetleri Komutanlığı'nın barış dönemi teşkilat yapısı da birkaç ay içerisinde yeninden düzenlenmişti. Yeni haliyle Türk Kara Kuvvetleri Komutanlığının barış dönemindeki kuruluş yapısı şu şekildeydi: 1) Genel Kuruluş * Üç ordu, * Sekiz kolordu, * On altı piyade tümeni, *
Pasha Complex
"Amerikalılar Türk ordusunda Alman askeri sisteminde yetişmiş yüksek rütbeli subayların Amerikan askeri sisteminde yetiştirilen genç subaylara karşı ortaya koyduğu muhalefeti "Paşa Kompleksi (Pasha Complex)" şeklinde tanımlamaktaydılar."
Sayfa 376Kitabı okudu
“1960 öncesi dönemin bir diğer önemli uygulaması ise Kara Harp Okulu'na ilk kadın öğrencilerin alınmasıdır. İlk kadın askeri öğrenci İnci Arsan 1955 yılı Ağustos ayı itibarıyla Kara Harp Okulu'na kabul edilmiştir. Bu noktada da Amerikan WAC (Women Army Corps) ve WASP (Women Airforce Service Pilots) uygulamalarından etkilenilmesi kuvvetle muhtemeldir. Ancak önemle vurgulamak gerekir ki Türkiye henüz 1955 yılında muvazzaf subay olarak yetiştirilmek üzere harp okullarına öğrenci almışken, Amerika Birleşik Devletleri'nde muvazzaf subay yetiştirilmek üzere West Point Harp Okulu'na kadın subay kabul edilmesi ancak 1976 yılında mümkün olacaktır.”
Sayfa 349Kitabı okudu
Prusya askeri geleneği ile Amerikan askeri geleneğinin karşılaştırılması:
“Bu bağlamda Prusya askeri kültürü denince akla ilk olarak şu hususlar gelmektedir: * Katı disiplin anlayışı ve itaat kültürü, * Ordu-Millet (Millet-i Müsellaha) düşüncesi, * Topyekun harp fikri, * Güçlü ve merkezi bir Genelkurmay yapısı, * Kara Kuvvetleri harekatına öncelik veren harp anlayışı, * Savaşın taktik, operatif ve stratejik
Sayfa 342Kitabı okudu
Reklam
“Asker kökenli bir yazar olan Hicret Hürkan (Canbazoğlu) 1955 yılında kaleme aldığı bir yazısında "...zamanımızın şartlarında bir erin dövüşebilmesi için yedi kişinin ona hizmet etmesi esası caridir. Yani, bir memleketin silahlı kuvvetlerinin yedide biri fiilen savaşır, mütebâkisi ise geri hizmet faaliyetlerini düzenler. Bugünkü deyimle lojistik hizmetleri ifa eden sınıfların en mühimi Levazım sınıfıdır." diyerek Türk ordusunun Amerikan Askeri Yardım Misyonu tarafından yeniden yapılandırıldığı süreçte genelde geri hizmet sınıflarının, özelde ise "Levazım-İkmal" sınıfının etkisine vurgu yapmaktadır."
Sayfa 339Kitabı okudu
"Bu şartlar altında ülkelerinden gerekli onayı alan bazı Alman subaylar maddi-manevi hak talebinde bulunmayacaklarını taahhüt etmişler ve Alman vatandaşlığından (geçici olarak) ayrılmaları koşuluyla Osmanlı ordusu saflarında aktif olarak savaşa katılmalarına imkan tanınmıştı. Böylece, başta Bavyeralı von Lossow olmak üzere, ilk etapta beş Alman subayın Balkan Harbi'ne fiilen katılımı onaylanmıştı."
Sayfa 115Kitabı okudu
Boşuna mı seviyoruz Bavyera'mızı?
"Osmanlı ordusunun ıslahında etkinliklerini arttıran ve İkinci Meşrutiyet dönemi ile beraber kıt'alara da nüfuz eden Almanlar 1912 yılına gelindiğinde gözlerini daha kritik mevkilere dikmişlerdi. Bunda 19 11 yılı itibarıyla Bavyeralı subayların Osmanlı ordusunda göreve başlamasının da etkisi vardı"
Sayfa 109Kitabı okudu
“Ne var ki Osmanlı ordusunda astsubay sınıfının ya da günümüzdeki anlamıyla erat ve subaylar arasında köprü rolü oynayan kuvvetli bir ara sınıfın bulunmaması Osmanlıların Alman askeri sistemine geçişi kabul etmelerinden daha önceye uzanan bir sorundur. Fransız diplomat Eduard Engelhardt Tanzimat Dönemi üzerine yazdığı eserinde Fransız ordusunun önemli komutanlarından olan Mareşal Arnaud'un henüz Kırım Savaşı yıllarında (1853- 1856) ‘...Türk ordusunda iki unsur var; komutan ve askerler. Ara rütbe aramayın. Subay, hele astsubay hiç yetişmemiş...’ dediğini, aynı savaşta Doğu Anadolu'da konuşlanan Osmanlı kuvvetleri ile beraber Ruslara karşı mücadele eden İngiliz General Fenwick Williams'ın ise ’...Başka bir orduda daha iyi elemanlar bulunabileceğinden şüpheliyim; iyi bir askerde bulunması gereken bütün özelliklere sahip. Fakat bu doğuştan yetenekler ara rütbelerin eksikliği nedeniyle acze düşmektedir...’ şeklinde beyanat vererek Osmanlı ordusunda astsubay sıkıntısına dikkat çektiğini vurgulamaktadır.“
"Öyle ki, Alman basını 1 897 Osmanlı-Yunan Savaşı' nın ardından bu askeri zaferi Alman askeri ekolünün Fransız askeri ekolüne üstünlüğü şeklinde lanse etmişti. Zira kazanan taraf (Osmanlı ordusu) Alman, kaybeden taraf (Yunan ordusu) ise Fransız askeri sistemini benimsemişti. Hatta Almanlar daha da ileri giderek 1870- 1871 Almanya-Fransa Savaşı'na atıfla, "çıraklar da ustaları gibi galip geldi" diyebilmişlerdir. Oysaki bu zaferin elde edilmesinde her ne kadar Alman askeri sistemine girişin etkisi olsa da Alman askeri müşavirlerin başarısızlıklarını kabul ettiği bir dönemde bunu tamamen Alman doktrinini kabul etmeye bağlamak mümkün değildir. Ayrıca kullanılan silah ve teçhizat açısından bakıldığında da muharebelere katılan sadece bir Osmanlı tümeninin Alman Mauser tüfekleriyle donatılmış olması yine Alman silah ve teçhizatının muharebelerde kısıtlı rol oynadığını gösteren güzel bir veridir.”
136 öğeden 1 ile 15 arasındakiler gösteriliyor.