Le Goff’a göre ortaçağ gözyaşlarının armağan, kan ve spermin tabu olduğu, gülüşün yasaklandığı, rüyaların bastırıldığı, seçilmişlerin bedenlerinde İsa’nın yara izlerinin belirdiği; VI. yüzyılın ortalarından itibaren vebanın, VII. yüzyıldan itibaren de cüzzamın yayıldığı; ölülerin canlılarla bir arada olduğu, mezarlıkların kentsel mekânların merkezinde yer aldığı; canavarların, hipertrofik, deforme, kesik veya kırık çıkık vücutların, yarı hayvan, yarı bitki veya farklı cinsiyetlerde bedenlerin var olduğu dönemdir. Oysa Hıristiyanlık, seküler araçları yoluyla tam da bu yönleri ortadan kaldırmaya, bedeni pürüzsüz ve geçirimsiz, çarpıklıklardan, girinti ve çıkıntılardan yoksun kılmaya çalışır; fiziksel boyutu kutsal boyuttan ayırt etmeye çalışan bu süreç, dini litürjiye dahil olmayan yöntemlerle kutsal boyuta ulaşma imkânını ortadan kaldırmayı amaçlar gibidir. Çileci idealden doğan monastisizm o ideali kurumsal hale getirir: Zevkten feragat etme ve günahla mücadele, ruhun bedenin zindanından kurtulması için birer araç olarak görülür ve uygulanır. Oruç
veya en azından bazı gıdalarla ilgili yasaklar- ve insanın kendi kendine uyguladığı ıstırap daha önceden beri söz konusu idiyse de, XI. yüzyıldaki monastik reformdan itibaren belli bir takvime göre yılın tamamına yayılır ve dindışı halkı da kapsar hale gelir. Gregoryen reformla ise beden üzerindeki kontrol cinselliği de kapsarve hem dini hem de sivil çevrelerde cinselliğin -evlilik içinde ve dışında- süreleri ve şekilleri belirlenir.