Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Kişisel gelişim - Edebiyat

Profil
Güneş gibi olmalı insan
..Batmasını bildiği gibi ☀️Doğmasını da bilmeli…”
Miraç Çağrı Aktaş
Miraç Çağrı Aktaş
✍🏻
Bilir misin ‘Kırık Cam Teorisi’ nedir?
“İlk camın kırılmasına müsaade etmeyeceksiniz. Ya da kırılan camı en kısa zamanda tamir edeceksiniz ki, diğerleri bundan cesaret alıp diğer camları kırmasınlar. Bu insan ilişkilerinde de öyledir. Siz hiçbir ortamın, hiçbir insanın ve hiçbir hayatın kırık camı değilsiniz…”
Reklam
Hayatın İnce Tarafından Bakanlar
“Ah, kimselerin vakti yok, Durup ince şeyleri anlamaya..” Gülten Akın “Bir incelik gösterin, incinmesin yüreğim” Cahit Zarifoğlu “İnce düşünen insanlar, Hep daha çok incinir” Osho ve “Ben dünyadan ziyade kendi kafamın içinde Yaşayan bir insanım” diyen Sabahattin Ali de aynı incelikle görmüştür yaşadığı zamanı…
Bilenleriniz vardır belki “Tolstoy’un Bisikleti” hikâyesini
“Yedi yaşındaki oğlu Vanichka’yı kaybeden Tolstoy acısıyla başa çıkmaya çalışıyordu. O dönemde Moskova Bisiklet Sevenler Derneği ünlü yazara bir bisiklet hediye etmiş. Eşi Sonya’nın endişeli bakışlarıyla, düşe kalka 67 yaşında bisiklet sürmeyi öğrenen Tolstoy, oğlunun acısını böyle hafifletmiş ve artık her yere bisikletiyle gitmeye başlamış. Bu olayın sonunda ‘Tolstoy’un Bisikleti’ kavramı ortaya çıkmış.. Biz buna hayata bağlılık diyoruz. Ne olursa olsun hayata bağlı insanlar bahanelerin arkasına saklanmaz. Konfor alanının dışına çıkar, harekete geçer, bir şeyleri değiştirmek, geliştirmek, başarmak için çabalar. Yaşamla bağı kopmuş insanların ise dilinden sadece şu cümle dökülür: ‘Geç kaldım’.. Tolstoy’u 67 yaşında bisiklet sürmeyi öğreten, Kemal Sunal’ı bile 50 yaşında diploma aldıran hayatta, sahi sen bir şeylere geç mi kaldın? Bir daha düşün…”
“Hayat Sana Güzel - Ördek Sendromu”
“Uzmanlar buna ‘Ördek Sendromu’ demiş. Yani tatlı su birikintisinin üzerinde hiç çabalamadan kayıyormuşçasına süzülen ördeklerden yola çıkmışlar. Birçok insanın, o ördeklerin suyun üzerinde zahmetsizce ilerlediğini sandığını, ama yol alabilmek için o suyun altında ördeklerin nasıl çırpındıklarını kimsenin fark etmediğini gözlemlemişler ve bunu gerçek hayata uyarlamışlar.. Dışarıdan gördüklerimizin başka, derinde yaşananların bambaşka olabileceğini, ön yargılarınızın sizi çoğunlukla yanıltabileceğini unutmayın. Kimin ne sınavlar verdiğini bilemeyiz. Hayat kimseye ekstra bir şey sunmuyor. İnsanları uzaktan yargılamayı, hikâyelerini hiç bilmeden konuşmayı ve süreci anlamadan sonuca ulaşmayı nedense seviyoruz. Hayat ne ekranlarda gördüğünüz gibi toz pembe ne de bir davranışla yargıladığınız kadar karanlık. Suyun üzerine bakıp da hiç kimseye ‘Hayat sana güzel’ demeyin. Bir gözünüz de suyun altında olsun lütfen. Çünkü asıl hikâye orada yaşanıyor.. Şimdi kendine şu soruyu sor: Hayat başkalarına mı güzel, Yoksa ben mi yaşamayı bilmiyorum?…”
“Yengeç Sepeti Sendromu”
“İlk olarak Filipinli yazar Ninotchka Rosca tarafından kullanılmış ‘Yengeç Sepeti Sendromunun’ şöyle bir hikâyesi var: Kumsalda yürüyen bir adam, avlanan balıkçıya yaklaştığında kova içerisindeki yakalanmış yengeçleri bir yengeç sepetinin içinde görür. Kovanın üstü açıktır, kapağı yoktur. Bu durum onu şaşırtır çünkü yengeçlerin kaçabileceğini düşünür. Balıkçıya sorduğunda, ‘Evet, tek bir yengeç olsaydı kesinlikle kaçardı. Ancak pek çok yengeç varsa, biri kaçmaya çalıştığında diğerleri onu yakalar, kaçamayacağından emin olur, geri kalanlar da aynı kaderi yaşarlar,’ yanıtını alır.. Tek bir yengeç kapaksız kovadan rahatlıkla çıkabilirken, sayı arttıkça kaçış imkânsızlaşır. Sonunda kimse kazanamaz.. Yengeç Sepeti Sendromu, ‘ben yapamıyorsam sen de yapamazsın, ben başaramıyorsam sen de başaramazsın,’ felsefesini güder. Hayatımızın her evresinde bizi aşağı çekenler olur. Bakın bu durumu Cenap Şahabettin ne güzel özetlemiş: ‘Haset, başkasının balını, kendi ağzına zehir etmektir.’ Hayatınızın direksiyonunu kimsenin eline vermeyin…”
Reklam
Kaybedilmiş Umut, İnsanın İç Dünyasının Kıyametidir:
“Umudun insan sağlığını ciddi anlamda etkilediğini, Viktor Emil Frankl’ın ‘İnsanın Anlam Arayışı’ kitabında okuduğumda gördüm: Nazi toplama kampında kıdemli bir blok bekçisi bir gün Frankl’a garip bir rüya gördüğünden bahseder. Rüyasında bir ses ona bir dilek hakkının olduğunu söyler. Bekçi de, savaşın ne zaman biteceğini, kampın ne zaman özgürlüğe kavuşacağını sorar. Ses ona, 30 Mart cevabını verir. Bekçi rüyayı Şubat 1945’te görmüştür. Bir yıl boyunca umutla bekledikten sonra bu umutların yerini hayal kırıklığı bırakır. 29 Mart’ta aniden hastalanan bekçi, 30 Mart’ta hayata veda eder. Bir yıl boyunca kendini umutla ayakta tutmanın ardından gelen umutsuzluklar, bekçinin hayattan kopmasıyla sonuçlanır…”
Sayfa 118Kitabı okudu
200 syf.
8/10 puan verdi
·
Beğendi
·
4 günde okudu
“BENDEN BİR TANE DAHA YOK…”
Senden Bir Tane Daha Yok
Senden Bir Tane Daha Yok
; kendi değerinin ve eşsiz olduğunun farkına varanların kitabı.. Kitap sadece moral ve motivasyon adına yazılmış bir kişisel gelişim kitabı değil. Bu kitap şifa gibi geliyor. Her başlık kendi içinde bir konuya değiniyor ve yazar bunları birer örnekle pekiştiriyor. Örneklerse, hem bilimsel, hem edebi, hem de gerçek hayattan bilinen veya az duyulmuş hikâyeler. Kitap şu imajı çiziyor - ki ben de bunu çok sevdim: Yaptığımız her hareketin, davranışın, başımızdan gelen her olayın aslında bilimsel bir tanımlaması mevcut. Her durumun altında yatan bir sebep var, sadece biz bilmediğimiz için dünyada bu olayın başına gelebilecek tek kişi bizmişiz hissiyatına kapılıyoruz ister istemez.. Okurken insanı yormayan, yerinde verilmiş örneklerle düşüncelerini okuyucuya aktarıyor
Miraç Çağrı Aktaş
Miraç Çağrı Aktaş
. Zaman zaman insan bu tür kitaplar da okumalı diye düşünüyorum. Yolunuza ışık tutacak, sizi özdeğere getirip rahatlatacak bir kitap arıyorsanız, okumanızı tavsiye ediyorum.. Son olarak yazarın da dediği gibi: “Kalem senin elinde. Kendine hak ettiğin hayatı çiz, ister bırak sayfan boş kalsın. Sonuç olarak bu hayat senin. Ve kendi hikâyeni yazarken kalemi tutacak olan kişi sadece sensin. O yüzden şunu unutma: SENDEN BİR TANE DAHA YOK…”
Senden Bir Tane Daha Yok
Senden Bir Tane Daha YokMiraç Çağrı Aktaş · Indigo Kitap · 20221,636 okunma
İnsan bir bebekken veya küçük bir çocukken ihtiyacı olduğu halde verilmeyen sevginin boşluğunu , büyüdüğünde üzerinde binlerce ton yağsa da o boşluğu dolduramıyor .
Yediveren yayınları
" Seçimlerimiz, yaşam yolculuğumuzdaki iniş çıkış grafiğini kimi zaman doğal akışından çok daha sert ve acı veren hallere dönüştürürken, kimi zaman da farkındalığımıza bağlı olarak bizi çok daha dengeli inen ve çıkan bir akışa götürüyor .."
Reklam
" İnsanın iç dünyası değişmedikçe, dünyamız değişmiyor. Onun acı dolu ya da sevgi dolu hale getirmek, bize verilen yüce potansiyelle bizim elimizde. İç dünyamızda barınan kin, öfke, nefret, suçlama, korku ve acıyı sevgiye dönüştürmeyi seçtiğimiz sürece dış dünyamızda gerçek bir iyileşme sağlayabiliriz.. "
" Hayatta yeterince esnek olamıyorsak, bizim için en rahat pozisyon karşı tarafa bakmaktır. Konu hep karşı taraf.. Konu hep o kişidir. Onun ne yaptığını, onun ne dediğini analiz etmektir. Onunla ilgili yargılara gitmektir. Oysaki dengemizi gerçekten bulmak istiyorsak, içinde bulunduğumuz kendi mevcut pozisyonumuzu değiştirmemiz gerekir.
" Geçmiş deneyimlerden taşıdığın negatif yargılar, içdünyanda suçlamalara neden olur. Suç cezayı getirir. Kendini cezalandırdığın noktada, kendinle ve hayatınla ilgili memnuniyetsizliğin suçluluğu, suçluluk ise cezaları pekiştirir. Yine aynı şeyleri yapar, yine memnun olmazsın. Yargılarının teyidini alır, suçluluğunu pekiştirirsin...
" Sevgi, huzur ve mutluluk kaynağıdır. Hırpalanma kaynağı değildir."
" Birbirimiz üzerinden nasıl beslendiğimizi fark edip, içdünyamızda gerçekte ne olduğunu samimiyetle anlayamazsak ilişkilerimizi fark etmeden zehirleriz. Dürüst olarak, kendi içdünyamızı kabul edebilmemiz sevgi dolu ilişkilere bizi yöneltir. Sevgi, dürüstlük ve kabulü gerektirir. "
695 öğeden 1 ile 15 arasındakiler gösteriliyor.