Pandemi ile gördük ki, biz kumdan kaleler inşa etmişiz ve bu salgın, insanı en kibirli tarafından vurdu. Muazzam kurumlar inşa ettiğimizi zannediyorduk; fakat her şey yerle yeksan oldu. Bilim çok ilerledi dedik, aşıyı bulduk, şimdi de mutasyonlusu çıktı. İnsan haddini aştıkça maalesef daha büyük belalara düçar oluyor
“Arsız bir bitki, kızıl bir çiçek gibi bütün dünyayı sardı sarmaladı COVID–19 virüsü. Korona, ölümü burnumu-zun dibine kadar yakınlaştırdı. Korkudan kabuklarımıza çekilmek zorunda kaldık. Kaybettiğimiz dostları bile son yolculuklarında yalnız bıraktık. Korku ve kaygının hâkim olduğu yalnızlık ortamlarında, kendimizle başbaşa kaldık.
Elbette hepimiz aynı gemide değildik.Bazılarımız karantinanın keyfini çıkarmak için ada satın alırken,bazılarımız canı sıkılan kimi zenginlerin Instagram gönderilerine baka baka işe gitmek zorundaydı.
Kızıl veba mikrobu, önüne çıkan herkesi hemen öldürüyordu. Koronavirüs belki bu mikrop kadar öldürücü değil ama onun da insanın vicdanına sığmayan bir stratejisi, doğanın acımasız işleyişi demek olan, neredeyse "evrimsel ilke" denilebilecek bir mekanizması var: Varlığını sürdürmek ve yayılmak için nüfusun en hareketli kesimi olan gençlerle bünyesi kuvvetli olan kişilere ihtiyaç duyuyor. Bu kişilere bulaştığında onları öldürmek yerine kendini onlara taşıtıyor. Öyle ki fark etmeden ya da çok hafif belirtilerle hastalığı geçiren çok kişi var, bunlar dolaşıyor ve virüsü yayıyor..