Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Profil
404 syf.
10/10 puan verdi
·
Beğendi
·
34 günde okudu
Apê Musa ..
Hatıralarım/ Musa Anter "Türkiye'nin 55 yıllık girdisinin, çıktısının, yeminli, canlı bir şahidiyim. Hem yalnızca şahidi mi? Değil ! Sanığıyım, mahkumuyum ve davacısıyım" diyen, Hayatı boyunca 11,5 yıl hapis yatan, cezaevindeyken Kürtçe sözlük hazırlayan ve 20 Eylül 1992 günü Diyarbakır'da sol bacağına iki, kalbi ve
Hatıralarım
HatıralarımMusa Anter · Aram Yayınları · 2011679 okunma
Köyümüzde aile dışında kalanlara cîran denir. Biz arazimizi ih­tiyacımız kadar eker, gerisini bu cîran’lara verirdik. Onlar da her işimize ve emrimize amade oldukları gibi, mahsullerinin onda bi­rini de işledikleri arazimiz karşılığında bize verirlerdi. Bütün bu işler gönül rızası ve hoşnutlukla olurdu.
Reklam
okullardaki başarılarım ve biraz da yazarlığa hevesim şurdan geliyordur: Ailemiz küçük çapta bir toprak ağası durumundaydı. Toprak ağalarının mali kaynakları bir nevi aile vakfı gibidir. Atalarım ve babamdan son­ra annem aynı ananeyi sürdürdü. Bizde oda dediğimiz bir nevi imaret ve kervansaray bileşimini andıran bir yer vardır. Bu odaya misafir edilen her yolcu, herhangi bir karşılık alınmaksızin ge­rekli ikram gösterilerek ağırlanırdı. Üstelik para ve eşya alan dengbejler, stranvan ve dervişler sık sık gelirdi. Bunlar, hikaye, destan ve Kürt folklorunun tüm şarkılarını söyler ve çalgılarım icra ederlerdi, llahiciler de yalnız kendilerince günah olmayan erbane defleri ve yanında xalîle dedikleri zilleri çalarak dini me­tinleri okurlardı. Kürt klasik şairlerinin divanlanndan kasideler söylerlerdi. Şimdi anlıyorum ki, bunların çoğu Melaye Cizîrî ve Feqiye Teyran divanlanlarından alınmaymış. Osmanlılar zamanında ve yeni kurulan Cumhuriyet devrinde Kürtlere yapılan tüm zu­lüm ve soykırımlar, idamlar ve sürgünlerde yaşanan acı olayları, şairlerin mersiye tarzında dile getirmeleriymiş bunlar.
Şeyh Said hadisesinde, yani 1925’te, ta Lice, Dicle, Kulp ve Diyarbekir etrafında malını, kocasını, çoluk çocuğunu yitirmiş ba­şıboş, yani o hadisenin birçok Kürt kaçak muhaciri köyümüzün doğal mağaralarında barınıyorlardı. Annem ve diğer köylüler bunları besliyordu. İçlerinde Xeco adında bir yaşlı teyze vardı. İki oğlunu, kocasını ve iki damadını Şeyh Said olayında kaybetmiş­ti. Onun, gerek görgü şahidi olduğu olayı ve gerekse aile felake­tini yanık bir sesle, gözyaşları içinde bir anlatışı vardı ki, bu olay altmış beş sene öncedir ama hâlâ etkisinden kurtulmuş değilim.
Bizleri üzen böylesi olaylara rağmen, biz de her çocuk gibi ço­cukluğumuzu en güzel şekilde oynadığımız oyunlarda yaşardık. Köyde biz çocukların oyunları veşartok, xezale, holî qijimkal, lak ve hatırlayamadığım buna benzer eğlencelerdi. Oyuncaklarımız aşiq, bilye, cam ve şişe parçalarıydı. Düğünler hariç, kız çocukla­rı erkek çocuk ve delikanlılarla oynamazlar. Zaten oynamalarına da imkan yoktur. Çünkü erkek çocuk ve delikanlıların oynadığı tüm oyunlar sert, nişancılık ve dikkat gerektiren, adeta bir aske­ri eğitime benzer oyunlardır. İşte yukarıda saydığım tüm oyun­larda buz özellikleri görmek mümkündür. Bir kısmı judo ve ka- rete benzeri oyunlardı. Mesela pehîn (tekme) oyunu gibi. Bir kıs­mı binmelidir; veşartok. Bir kısmı dayaklıdır; xezalok. Bazısı da modern hokey tarzındadır. Ama bu oyunda kullanılan Kürtlerin topu Avrupalılarınki gibi keçeden değil, yontulmuş ağaçtandır. Bir de xuçkanîk diye bir oyunumuz vardır. Bunu daha ziyade de­likanlılar oynar. Türkçede xuçkanik’e sapan derler. Bayramlarda iki komşu köyün delikanlıları karşı karşıya çıkar ve xuçkanîk’le birbirlerini döverlerdi. Ortalık bir harp sahasına dönerdi. Yarala­nanlar olurdu. Kimse bunu düşmanlığa saymaz, çocuklara bir dikkat ve cesaret eğitimi sayarlardı. Dikkat edilirse tüm Kürt ço­cuk ve delikanlıları böyle dikkat, kuvvet ve cesaret eğitiminden geçerlerdi. Hatta Kürtçede bir tabir vardır: Birisi, birinin oğlunun yaşını sorduğunda denir ki, “gihaye tivinge”, silah kullanacak yaşa gelmiş. Bu tabir benim için kullanıldığı zaman on dört-onbeş yaşlarındaydım.
Kürtlerin yılbaşısı, Miladi 1 Ocak’tan on üç gün sonradır. Bu, tüm kırsal bölgelerde böyle kutlanırdı ve hâlâ da kutlanmaktadır. Kürtlerin asıl yılbaşısı olan Newroz (yeni gün) daha ziyade bir kurtuluş bayramı olarak kabul edilir. Mitolojik Kürt kahramanı Kawa’nın zulme başkaldırışının ve zalim Sami Dehhak’ın boyun­duruğundan Kürtleri kurtarmasının sembolü olarak kutlanır. Es­ki tarihlerde Kürtler, Newroz’u yılbaşında, Kawa’nın kurtuluş bayramını da 31 Ağustos’ta kutlarlardı. Sonra 31 Ağustos’tan vaz­geçilmiş. Şimdi, eski hesapla 8, yeni hesapla 21 Mart gecesi kut­lanıyor. Tüm Arap, Bizans, Ermeni ve Fars kaynaklarında, “İdi Kürd”, yani Kürt bayramı denmektedir. Bugün Ortadoğu’da Türk, Arap ve Farsların Newroz’dan nefretleri buradan kaynak­lanmaktadır.
Reklam
Tatlı bal misali bir diğer hatıram da, berî’dir. Hani, Kürtlerde Berivan adı var ya... Sürü sahipleri beş ay hesaplayarak, koyun ve keçilere koç ve teke salarlar. Bilirler ki, bu hayvanların gebelik süresi beş aydır. Her bölgenin iklimine göre hayvanların doğum yapmaları, keskin soğukların geçmesi hesaplanarak çiftleşme za­manları ayarlanır. Mesela bizim yöremizde bu, Eylül ayında yapı­lır. Böylece koyunların doğumları Şubat ayına ayarlanmış olur. Şubat ve Mart aylarında koyunlar sağılmaz, tüm sütlerinin yavru­ları tarafından emilmesi sağlanır. Ama Nisan ayı gelip her taraf yeşermeye başlayınca berî başlar. Sağıma, genellikle kızlar ve genç kadınlar gider. Bunlar daha evvel hazırlıklarını yapar, renk­li, püsküllü tûr denilen büyük çantalarının içine tuluklarını ko­yarlar. Çobanın sürüyü getirdiği yere neşeyle, şarkıyla giderler. Onların bu neşelerine, biz çocuklar da katılır, baharın çoşkusunu yeşillenmiş tabiatın kırlarında koşarak yaşardık.
Kürt çocuklarının buruk ve acılı bir merasimleri daha var. Bu, sünnet merasimidir. Gerçi sünnet, Hz. Muhammed’in hareketi demektir. Ama biz Kürtler ile Yahudiler, Muhammed’den binler­ce sene evvel sünnet oluyorduk. Bölgemizde, hatta doktorluk gelmeden önce İstanbul ve tüm Ortadoğu’da Mısır’a kadar sün­netler Siirt’in Tîllo şeyhlerince yapılırdı. Bahar ayı gelince, tüm şeyhler dini bir hisle dağılır ve herkes çocuklarının sünnetlerini bunlara yaptırırdı. Söylemesi ayıp ama, kendi sünnetimi anlata­yım. Bana Nusaybin’den özel elbiseler alındı. Başıma kına yakıl­dı. Alnıma balmumuyla büyük bir altın yapıştırıldı. Büyük bir düğün ve herkesin dileğince yiyebileceği kadar bol yemekler ha­zırlandı. O vakit şamî ve musulî kumaşlardan yapılan yataklar ya­pıldı. Oyalanmam için çeşit çeşit şeker ve portakal getirildi. Zira bizim zamanımızda Kürdistan’da portakal, yenmek için değil, “şemame” gibi biz çocukların bir nevi oyuncağı gibi görülürdü. Sünnetin ne olduğunu biliyor, ama bıçaklı, pensli ve kanlı birşey olduğunu bilmiyordum. Nihayet saati geldi, kirvem beni kucağı­na aldı. Sünnetçi şeyh, birtakım Arapça dualar okudu. Ben hâlâ farkında değilim; bacaklarımdan tutuldu ve bir çırpıda sünnetçi Şeyh Tahir işini bitirdi. Bağırmamla ağzıma şekerlerin konması ve sevdiğim kekliğimi bana göstererek oyalamaya çalışmaları bir oldu.
Sünnetçilerin sünnet ettikten sonra kullandıkları ilaçlar, Kürdistan dağlarında yetişen bir ottan yapılıyordu. O otu, Tıllo şeyh­leri kimseye söylemezlerdi. Üç-beş gün sonra, hiçbir iltihap yap­madan yaram kapandı ve çocuklar arasında oynamaya başladım. Otuz sene sonra Tîllo’ya gittiğimde o otu sordum. Kirvem Şeyh Tahir’in torunu bu ottan bir avuç verdi. Fakat daha sonra, 1959 tutukluluğumda otu kaybettim. İsterim ki, Kürt gençleri Tîllo’ya gidip bu otu incelesinler ve dağlarında doğal olarak yetişen bu ve benzeri kıymetli otlan, birçok yan tesiri olan elin penisilinine ve antibiyotiğine tercih etsinler!.
54 öğeden 1 ile 10 arasındakiler gösteriliyor.