“al sana, toz duman içinde bir gece!
reddedilemez olduğu kadar dokunulamaz da olan bir duruşun varsa, şu akşamın çöküşünün ağır hüznüne dayanabilirsin.”
Bile bile aynı kâğıdı açıyorum, kendimi sınamanın ağırlığı her gün artsa da.
Saat kaç olmuş... hâlâ bir çocuk yürümemiş sokakta!
Sabah da akşam da kül boşaltıyorum, yanan zamanın.
Tek tek kendi yazgımızı mı yaşayacağız, yoksa yazgılarımızın toplamından her birimize düşen parçayı mı yaşayacağız?
Hayır! Yazar havlu atmaz. Olsa olsa sükûtunu duvara asar, tüfek gibi, bakar.
Bir nidâ kadar gerekli bana, sinirliliğim sakinleştiriyor beni.
Alın yazıma sâdık kalmalıyım.
İki eliyle sıkıyordu başını, çatlamasın diye...
Çileyi çeken yazıyı yazandır. Bin çile de bin çeşit yazı demektir.
İnsan, yeryüzündeki garipliğini, sabaha girmek üzere olan ıssız bir sokakta daha iyi mi anlar gibi oluyor ne?
Ağlaya ağlaya yanına geldi zaman, diz dize oturup, teselli etti; n'apsın. İçinden, 'Amma da buldu ha adamını! ' da geçmedi değil doğrusu.
Ne durumda olursak olalım, bir müziğiz, insan kendi sesini dâima başkalarından önce işitir.
Herkesin, kendince bir çileye dayanabilme gücü de burdan gelir ya.
Elbette aynı şeylerle acı çekmek çok zor bir eylem.
Yüzünüze güller, dün gece çok okudum.
...
Uzak bir pencereydi, yeni kalkmıştım uykudan. Bir ağacın dalları Kâbe'ye bakıyordu.
Stop - zamanın da bir uğunması var ki doğrusu dayanamıyorum bakmaya, mekânda çünkü zamanla derin bağıntı içindedir ya herhalde sana göstermemeye çalışıyor.
İnsan yıkılan, kendi kendisiyle de burun buruna gelebilir bazen..