Haftada bir kere yazı ile avunmak istiyorum, bu, nihayet beni iki saat oyalayan bir eğlencedir, yazıdan da tiksindim ya... Düşün bir kere altmış seneden beri devam eden bir iş! Evvelce gençken nasıl neşeyle, her yazılandan manevi bir mükâfat bekleyerek nasıl ümitle yazardım ve her yazımı bitirince nasıl uçmak üzere havalanmaya hazırlanan bir kuş gibi hafiflik duyardım. Şimdi hiç öyle değil. Yazmak bence âdeta bir işkence... Her yazıyı bitirince de bir hummadan çıkmışa benziyorum."
Önceden elime aldığım her kitabı mutlaka bitirir, yarım bırakmazdım. Şimdi anlayamıyorsam ya da beni sarmıyorsa olduğu yerde bırakıyorum. Bana faydalı olmayan kitaba bile tahammülüm kalmadı. Bu eşiği geçtikten sonra etrafımda faydalı olmayan hiç bir insanı bırakmadım. E tabii kitaplar da bu yıkımdan nasibini aldılar.
"Yazmaya başladım, bir arayış içindeyim ve elbette okuyorum ama neleri? Bu soruya vereceğimiz karşılıklar nasıl bir yazar olacağımızın sağlam ipuçlarını verir."
"Yazmaya, önce ne okuduğumuzu sorgulayarak başlamalıyız. O başlangıçta, ne yazdığımızdan çok ne okuduğumuz daha önemliyse, yazar adayının başucu yazarlarını ve kitaplarını seçmiş olması gerekir. "
"Hep aynı kişiye bakmak insanın kişiliğini de o kişininkine benzetir – çok çeşitli kişilerle yaşamak kendi olma zorunluluğunu nasıl dayatır, koşulları nasıl oluşturursa."
"Okuduklarından ya da yazdıklarından hayatını değiştirecek bir şeyler bekleyenlerin bir sıkıntısı vardır: beklediklerini bulamamak – bir de hoşnutluğu: bu beklentiyle yaşamak."
Şöyle hızlı bir giriş yapacağım: Yazarımıza ''Gardını al!'' diyerek başladım okumaya. Bu, kitabı okurken ve okuma sonrasında yapacağım eleştirilerde iyi niyetli, olumlu, eksikleri azaltacak bir ifadeler topluluğunu değil de neyi düşünmüşsem, onu söyleyeceğimi belirten bir harekat ve de eleştirilere yönelik bir savunma