"Sen kötü bir insan değilsin, topluma yararlı bir kişi olman için gereken her şeye sahipsin. Daha da ötesi, senin içinden geçenlerden haberim var; onların birkaçının iyi olduğunu da biliyorum, ama yine de sinir bozucu ve dayanılmaz oluyorsun, seninle yaşamak çok zor. Bütün iyi niteliklerin aşırı zekân karşısında karanlığa gömülüyor; her şeyi başkalarından daha iyi bilme hırsın, denetleyemediğin şeyleri geliştirip ustalaşma isteğin bu iyi niteliklerini yararsız kılıyor. Bu davranışlarınla etrafındaki insanları gücendiriyorsun; hiç kimse, özellikle senin gibi önemsiz biri tarafından zorla aydınlatılmak ve geliştirilmek istemeyeceği gibi, hiç kimse senin gibi birçok zayıflığı olan bir kişi tarafından azarlanmayı, zerre kadar bile terslenmeyi, hele hikmetli bir tonda 'bu iş bundan dolayı böyledir' şeklinde hiçbir itiraz kabul etmeden yapılan konuşmaları anlayışla karşılayamaz."
.
.
Her şeye bir yanıtlarının olması insanların aptallığının işaretidir. Her şeye bir sorusunun olması ise romanların bilgeliğinin bir işareti sayılır.
.
.
Milan kundera
Son bir yılı, hastalıklarla geçmişti. Son ayları da hastanede. Hastanedeki son ziyaretçilerinden biri Ferit Edgü'ydü. Bir deri bir kemik kalmıştı gözlerinde parıltı yorgun ama yine de ışık saçıyordu. Yüzü, geceden uykular çalan bir çocuk gibi masumdu. Edgü'ye sordu:
"Bir koku duyuyor musun?"
"Evet."
"Benden geliyor bu koku. Doktorların dediğine göre, tedavi cevap vermeye başlamış."
Ferit Edgü gülümsemeye çalıştı. Sonra elini battaniyenin üzerine çıkarıp Edgü'ye sordu: "Elimi tutar mısın?"
Uzanıp Ferit Edgü'nün elini tuttuğunda buz gibi olduğunu fark etti.
"Elin buz gibi. Dışarıda hava çok mu soğuk?"
Edgü hafifçe elini sıktı. "Evet," dedi, "çok soğuk."
Bir sessizlik oldu. Oysa mevsimlerden yaz, aylardan temmuzdu.
İki gün sonra, son nefesini vereceği bu hastane odasında sanki bir Çehov öyküsü yaşanmıştı.