Modern dünyada, tek başına kalma ihtimali kulağa dehşet verici bir durum olarak gelebilir. İnsan; modern dünyanın sunduğu temsiller nedeniyle yalnızlığı aşırı huzursuz edici, tehditkâr ve korkunç üstelik de utanılacak bir durummuş gibi algılar. Durum böyle olmasa bile küresel kültür sermayesi, insanın yalnızlığını böyle duyumsamasına neden olabilir. Taşınabilir bir müzik dinleme aygıtı olan, istenilen her yerde ve her zaman “dünyayı dinleyebilme”ye yarayan “Walkman”i icat edip satışa sunanlar, bu aygıtı müşterilerine, “Bir daha asla yalnız kalmayacaksınız!” vaadiyle tanıtmıştı. Belli ki bunu söylerken ne demek istediklerini ve bu reklam sloganıyla aygıtın satış rakamlarını nasıl yükselteceklerini gayet iyi biliyorlardı. Milyonlarca insanın yalnızlık çektiğini, üzücü ve aykırı buldukları için kendi yalnızlıklarından tiksindiklerini onlara hatırlatıyorlardı. Televizyonlar da benzer bir strateji izliyordu. Onlar hem insanların yalnızlığı daha yoğun hissetmelerini sağlıyorlar hem de buna, sözüm ona, çözüm getiriyorlardı. Evlerdeki aile sıcaklığının ve sofraların yerini, hep beraber bakılan ekranlar almıştı. İnsanlar aynı kapta birbirine karışmadan duran salata malzemeleri gibi yan yana duruyorlardı. Evler birkaç yıl içinde insanların bir arada yaşadıkları ve paylaşım içinde oldukları ortam olmaktan çıkıp yan yana yalnız kaldıkları güvenlikli özel alanlar toplamına dönüşmüştü.
İnsanlar bu salata tabağı evlerde yalnızlaştıkça güçlü bağlarla birbirine kenetlenmiş bireyleri ekrana yansıtan sıcak aile dizileri daha fazla talep görmeye başlamıştı.