Kur'andan ayetler ile beden dilini anlatan güzel bir eser. Akıcı üslubuyla kelimeleri koşar adımlarla okuyorsunuz. Yazar kitabını 4 bölüme ayırarak incelemelerini sürdürmüş ve örneklendirmelerini ayetler üzerinden kesinleştirmiştir. Beden diline olan ilgim içeriğinde kur'an-ı kerim ayetleri dahil olunca dahada da kıymetlendi.
İnsanın konuşması, onun iç dünyasını bize yansıtır. Hatta denilir ki "ağzınızı her açışta başkaları oradan içinizi seyreder." Konuşmalarımız bizi tanıttığı gibi, hâl ve hareketlerimiz, jest ve mimiklerimiz de bizi tanıtır, hem de çok daha ileri boyutta... Öyle ki beden dilinin sırlarını bilenler, bizi bir kitap gibi okuyabilirler. Sözlerimizden iç dünyamıza uzandıkları gibi, davranışlarımızdan da ruhumuzun ta derinlerine inebilirler, söylediklerimizi veya söyleyemediklerimizi de duyabilirler.
Eskiler beden dili yerine hâl dili (lisan-ı hâl) ifadesini kullanırlar, "Lisan-ı hâl, lisan-ı kâlden daha üstündür" diyerek de hâl dilinin konuşma dilinden daha etkili olduğunu anlatırlardı.
Yıllardır Kur'an araştırmaları yapan biri olarak, kutsal kitabımızda beden diliyle alakalı bazı şeyler olduğunu hissediyor, ama bu ölçüde olduğunu da -doğrusu- bilmiyordum. Psikolojide "algıda seçicilik" şeklinde ifade edilen durum ile Kur'anı okuduğumda bu çalışma ortaya çıktı.
Aslında konuşan sadece dilimiz değildir. Bedenimiz de konuşur, hem de her şeyiyle... Bedenin konuşması "vücut dili" veya "beden dili" ile ifade edilir. Bu konuşma, bir "sözsüz iletişim"dir.
2. Dünya savaşı ile ilgili bir filmde şöyle bir sahne vardı:
Özel eğitim alarak yetişmiş bir subay, arkadaşına ilerde duran birini göstererek soruyor: “Dostum, insan yüzünü okuyabilir misin?”
Arkadaşı şöyle cevap veriyor: “Hem de bir kitap gibi...”
İnsanda en önemli uzuvlardan biri, kalptir. “Kalp” kelimesi, “çevirmek” anlamına gelir. İnsan kalbi “bir ağacın dalından sarkıtılan ince bir ipin ucundaki tüye” benzer.
Mesela, manalar kalpte doğar, dil ise bu manalara tercümanlık yapar. Veya kalpte bir hüzün meydana gelir, bedendeki azalarda bunun dışa yansımaları olur. Sözgelimi, alnı karışır, rengi sararır, omuzları düşer.
Erzurumlu İbrahim Hakkı ile ilgili şöyle bir menkıbe anlatılır:
Kendisi, hizmetçisiyle beraber yaptığı bir seyahatte bir eve misafir olur. Ev sahibinin özelliklerini şöyle bir süzdükten sonra, usulca hizmetçisine demiş “Hadi bakalım hayırlısı, çok cimri bir ev sahibine misafir olduk”
Ancak ev sahibi kendilerine hizmette hiç de kusur etmemiş, yedirmiş, içirmiş, çokça ikramlarda bulunmuş. Yatma vakti gelip de hizmetçisiyle yalnız kaldığında, hizmetçisine demiş: “Adamın bütün özellikleri cimri biri olduğunu gösterirken bu kadar ikramda bulunması doğrusu beni çok şaşırttı. Bur durumda yazdığım kitabı neşretmenin de bir anlamı kalmadı. Eve döndüğümde kitabı yakacağım.”
Diğer gün ev sahibine veda edip giderlerken, hizmetçi İbrahim Hakkı'ya seslenmiş: “Ev sahibimiz bana ‘bu kadar yediniz, içtiniz. Ücret ödemeden mi gideceksiniz’ diyor ve yüksek bir ücret talep ediyor. Ne yapayım efendim?”
İbrahim Hakkı sevinçle hizmetçisine demiş: “Ver evladım ver, ne istiyorsa ver. Kitap kurtuldu! Kitap kurtuldu...!”