Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Kemalist

İntiharın mantıklı nedenlerinin sayılması, Platon'un akılcı intihar türlerini saptaması ile bağlantı kurularak açıklanmaya çalışılmıştır. Oysa, ikisinin arasında temel bir fark vardır; Platon dış baskıları öne çıkarırken (çevresel koşullar), Stoacılar iç baskıları ön plana çıkarmışlardır. Kişi ölme zamanının geldiğini söyleyen içsel sinyaliere göre hareket edecektir. Çevresel koşullar ölme zamanının geldiğini gösteren delillerdir. Bu delillerden biri de tedavisi mümkün olmayan hastalıklardır. Stoacılığın, Platon öğretisinden diğer önemli farkı da, tedavisi mümkün olmayan hastalıklar nedeniyle intiharı tamamen bireysel bir seçim olarak görmesi ve toplumsal fayda aramamasıdır.
Reklam
Stoacılığın ana ilkesi doğaya uygun davranmaktır; "doğa", diğer bir deyişle "her şey" Tanrı'dır. Stoacılara göre, her türlü acı, hastalık doğal olduğu gibi, ölüm de doğal bir çözülmedir, kozmik düzenin bir parçasıdır. Yaşam ve ölüm arasında fark yoktur. Bu nedenle ölüme karşı çıkmak ve şikayet etmek de anlamsızdır. Ölüm, ahlâki açıdan ne iyi ne de kötüdür. Stoa düşüncesinde, ölüm korkutucu bir belirsizlik olmaktan çıkmış, cehennem düşüncesinin olmaması ve günah duygusunun yokluğu insanları ahirette çekecekleri cezaların korkusundan kurtarmıştır. Stoacılara göre, ölüm, artık bir korku değil, üzerinde nesnel olarak tartışılabilecek bir şeydir.
İmparatorluk döneminde Epikurosculuk ve Stoacılığın etkisiyle bireyin onuruna dayanan insancıl düşünce hakimiyet kazanmıştır. Epikurosçuluk ve Stoacılık, Platon'un düalizmine bir tepki oluşturmaktadır. Aynı zamanda halk dininin çeşitli yönlerine de bir tepkidir, daha dar anlamda, ölümün bir son olduğunu reddeden bütün dini doktrinlere bir tepkidir; bu iki düşünce akımı aklın ilk zaferi olmuştur. Yüzyıllardır, metafizikle açıklanan ölüm ilk defa Epikurosçuluk ve Stoa öğretisi sonucu akıl ile açıklanmıştır.

Okur Takip Önerileri

Tümünü Gör
Epikurosçular bireyin kendisine yönelerek, kendine güven ve içsel güç yoluyla korkularla başetmeyi önermiş, Stoacılar ise, insanın köklerini doğada aramışlardır.
Eski şehir devletlerin yıkılınası ve Büyük İskender tarafından bir İmparatorluğun kurulması Eski Yunan'da iki önemli sorunu yaratmıştır. Birincisi, kökenlerin ve geleneklerin farklılıklarını tek bir belirleyicinin yönetimi altında birarada tutacak "bir dünya görüşü" oluşturma zorunluluğudur. Bu çatının referansları Stoacıların insan doğasını ön plana çıkaran ve örf ve adetlere karşı olan bakış açısında bulunmuştur. İkinci sorun ise, şehir devletin yarattığı güvenlik duygusunun yok olmasıyla, geniş ve yabancı bir dünya ile karşılaşmanın yarattığı yol göstericilik ve yardım ihtiyacı olmuştur. Bu geniş dünyada, yalnız bırakılmış insan, birey olma bilincini kazanmış ve bu bireysellik bilinci eski bir problem olan ölüme daha yoğun bir biçimde bakılmasını da sağlamıştır.
Reklam
Aristoteles, üretkenlik üzerine dayalı devletçi yaklaşımına rağmen, hastalık ve sakatlık nedeniyle üretkenliğini yitirmiş yurttaşların dahi intihar etmelerini kabul etmemektedir. İnfantisidi savunarak, devletçi bakış açısını doğrulayan Aristoteles, hastalık ve sakatlık durumlarını ayrık tutarak bu temel felsefesinden sapmaktadır. Aristoteles, hastalık ve sakatlık nedeniyle intiharı, korkaklık olarak nitelendirmektedir. Ona göre acı veren herhangi bir şeyden kaçmak için ölümü seçmek, cesur bir insanın hedefi olamaz; bu korkakça hareket etmektir. Aristoteles'in tedavisi mümkün olmayan hastalıklar nedeniyle intiharı ahlaki bir değer olan cesarete dayanarak açıklaması ve ahlaki bir yasak getirmesi, onun, intihara bakış açısını belirleyen devletçi yaklaşımından uzaklaşıp, ahlakçı bir yaklaşımı benimsediği şeklinde yorumlanmıştır. Edelstein ise, Aristoteles'in iyileşmesi mümkün olmayan hastaların intiharını kabul etmemesinin, ahlaki bir yasak içermediğini belirtmektedir. İnsan kendi yaşamına son vermeye karar verdiğinde, kendisinin egemen efendisi olarak kendi hakları çerçevesinde hareket edecektir, işte bu nedenle Aristoteles intihara karşıdır demektedir. Diğer bir deyişle, Devlet bireylerin üzerindeki egemenliğini yitirecektir, bu Devlet için bir güç kaybıdır.
Aristoteles, bireyden çok, Devlet ve onun çıkardığı yasalara kayıtsız şartsız itaat üzerinde yoğunlaşmaktadır. Çünkü, O'na göre, yurttaş mümkün olduğu kadar uzun süre üretken kalmalıdır. intihar edenin cezalandırılmasının nedeni de, kendisine zarar vermesini engellemek değil, Devlet'e karşı olan üretken kalma görevini yerine getirmemesidir.
Aristoteles intihara, ne dini ne de bireysel bir sorun olarak bakmıştır, intihar devlete karşı bir saldırıdır.
Devlet'te Socrates şöyle konuşmaktadır: "İşte Asklepios bu gerçeği biliyordu. Onun için de, hekimliği yalnız bedenleri doğuştan sağlam olup da, geçici bir hastalığa tutulmuş insanlar için kullandı. Bu hastaları ilaçla, bıçakla iyi ederken, onları gündelik işlerden, yaşayıştarıodan ayınnıyordu. içini hastalık sannış olan bedenleri kan alma, kustunna, içini temizleme gibi yollarla iyi edeceğim diye, kötü bir hayatı uzatmaya uğraşmazdı. Böylelerinin kendilerine benzeyecek çocuklar yapmalarını doğru bulmazdı. Tabiatın verdiği ömrü yaşamaya gücü yetmeyen adamı, iyileştirmenin, ne o adama, ne de topluma fayda venneyeceğine inanıyordu.''
Devlet adlı kitabında, Sokrates'in konuşmaları, iki durumda intihan haklı bulur görünmektedir. Bunlardan birincisi tedavisi mümkün olmayan bir hastalık durumu, ikincisi ise sürekli sakatlık durumudur. Platon, bu iki durumda ötanazi uygulanmasını, en azından hekimin tedaviyi kesmesi anlamında ötanazi uygulanmasını haklı hatta gerekli bulmaktadır.
Reklam
Platon dini nedenlerle, yaşamın kutsallığına dayanarak intihara karşıdır. Fakat, diğer taraftan, Platon şu soruyu da sormaktadır: bir kişinin ölümü kendisi için daha iyi ise, o kişinin kendisine iyilik yapması niçin engellenmelidir?
Platon'a göre, ruh beden içinde hapsedilmiştir ve ölümle birlikte bu hapishaneden kurtulacak ve ilahiliğine kavuşacaktır. Platon, Pitagoras'ın insan yaşamının bir ceza olduğu görüşünü paylaşmamaktadır. Ona göre, yaşam bir provadır ve insan bilgi edinerek ölümden sonraki yaşamına kendini hazırlamalıdır, ancak orada gerçek bilgiye ulaşacaktır. Eğer bir filozof dünyevi sorgulamanın zorluklarından kaçarak evrensel bilgiyi kazanmaya çalışırsa, bu tanrıların isteklerine karşı gelmek olacaktır; bu nedenle, intiharın kabul edilmesi mümkün değildir.
Platon, "Antikçağ felsefesinde intihar" konusuyla ilgilenen birçok yazar tarafından, intihara dini temellere dayanarak karşı çıkan bir filozof olarak değerlendirilmektedir. Fakat bazı koşullarda intiharı haklı gören düşünceleri, onun, aynı zamanda, dini farklı yorumlayan, opportinist bir yaklaşıma da sahip olduğunu göstermektedir. Gerçekten de Platon, Phaedo adlı eserinde intihara karşı olduğunu göstermektedir. O'na göre ruh ölümsüzdür, ruhun çürümesi ya da yok olması mümkün değildir, Platon bunu ispatlamak için Phaedo ve Phaedros adlı eserlerinde birçok neden göstermektedir. Ona göre, yaşam ölüme hazırlanıştır, o halde bilge insan, bilgi edinerek kendisini hazırlamalıdır.
Pitagoras'ın intihara neden karşı çıktığı açıktır. Felsefesi, üç esası varsaymaktadır. Birincisi, Tanrı vardır. İkincisi, insanın temel görevi her zaman Tanrı'nın emirlerine itaat etmektir. Üçüncüsü, Tanrı'nın emirlerine itaat kişinin dünyevi yaşamı zamanından önce terk etmesini yasaklamaktadır. Pitagoras'ın bakış açısı, daha sonra, yaşamın kutsallığı tezi çerçevesinde, tektanrılı dinler tarafından savunulmuştur.
Pitagoras, insan yaşamından söz ederken, fiziksel yaşamı kastetmemektedir. Pitagoras insan yaşamını, ruhani yaşam olarak algılamaktadır. Bu nedenle, insanın fiziksel yaşamı ilahi ruhun geçici olarak yaşadığı yer olarak bir değere sahiptir. İntihar bu bedeni yok ederek, ruhani dengeyi bozmaktadır. Böylece ani ve keyfi kaçışla, başka bir ruhun doldurmaya hazır olmadığı bir boşluk yaratılmaktadır.
Pitagoras'ın intihara ilişkin görüşleri, ağırlıklı olarak kişinin ilahi ölümsüzlüğü ve insanın Tanrı'ya karşı görevleri düşüncesine dayanmaktadır. Pitagoras, bütün felsefesini dini temeller üzerinde kurarak yaşamı ve ölümü açıklayan bir düşünürdür. Ölümden sonra ruhun yaşamaya devam ettiğini savunmaktadır. Pitagoras'a göre, dünyevi yaşam, Tanrılar tarafından verilen bir ceza biçimidir. Ona göre, ilahi ölümsüzlüğe ulaşmak için, kişi, yaşamı boyunca matematik ve felsefe çalışarak kendisini arındırmalıdır; ruh, ancak bu şekilde cennetteki kaynağına ulaşarak özgürlüğüne kavuşacaktır. Bu nedenle, kişinin, Tanrı'yı memnun etmeye çalışarak, özgürlüğünü vermesini beklemek yerine, intihar etmesi, Tanrı'nın isteklerine karşı bir ayaklanmadır.
Reklam
İmparatorluk döneminde, özellikle eğitimli soylular arasında, hastalık ve yaşlılık nedeniyle intihar, bu tür intiharı destekleyen düşünürlerin de etkisiyle yaygınlaşmıştır. Antikçağ'daki beş büyük düşünce akımının -Pitagoras, Platon, Aristoteles, Stoa ve Epikuros felsefelerinin- konularından biri, kişinin yaşamı terk etme hakkının olup olmadığıdır. Diğer bir deyişle, ölme hakkı bu dört düşünce akımının konusu olmuştur.
Antikçağ, ilk defa intiharın meşruiyetinin tartışıldığı bir dönemdir. Önceleri, çoğunlukla kurumsal intihara, diğer bir deyişle toplum tarafından talep edilen ve bir görev gibi görülen intihara -kıtlık tehlikesi, yaşlılık gibi nedenlerle toplumun dayatması sonucu gerçekleşen intihara- rastlanırken, Antikçağ'da bireysel intihara, diğer bir deyişle, tamamiyle kişisel nedenlerle gerçekleşen intihara da sıkça rastlanmaktadır. Bu dönemde, hastalık ve acılardan kurtulmak için ya da yaşlılık nedeniyle intihar, kişisel kararların sonucu olarak karşımıza çıkabilmektedir.
Ölme hakkı ve ötanazi, çeşitli eksenler etrafında tartışılmaktadır. Bunlardan biri, insan yaşamına yüklenen özel değerden yola çıkmaktadır. Yaşamın özel değerinden söz edenler, genellikle ölme hakkına, dolayısıyla ötanaziye karşı çıkmaktadırlar. Bu değer, Tanrı kaynaklı, diğer bir deyişle dini bakış açısı ile yüklenmiş bir değer olabileceği gibi, doğa ve toplum kaynaklı, laik bakış açısı ile yüklenmiş bir değer de olabilmektedir. Birincisi, yaşamın kutsallığından söz ederken, diğeri, yaşama hakkının dokunulmazlığından söz eder. Bu iki yaklaşım da yaşamdan ya da yaşama hakkından kişinin kendi iradesi ile vazgeçmesini olumlamaz, reddeder; dolayısıyla ölme hakkı diye bir hakkı tanımaz, ötanaziye şiddetle karşı çıkar.
Eğer en kalın çizgiler içinde kalmaya çalışırsam, din küresinin siyaset (devlet yönetimi veya herhangi bir dünyevi yönetim de dahil), iktisat, toplumsallık vb. dünyevi alanlara yönelik hiçbir talep, müdahale, öneri ve çözümünün olmadığı; buna karşılık, maddi kürenin ayin, ibadet, iman, inanç vb. alanlarına yönelik hiçbir düzenleme talep ve hakkının olmadığı bir toplumsal formasyona laiktir diyebiliriz.
... laikliğin manevi küre ile maddi kürenin ya da daha doğru bir ifadeyle, bu dünya ile öte dünyanın birbirlerinden ayrılmaları, farklılaşmaları ve birbirleriyle olan kesişme terimini küçültmeleri, limitte yoketmeleri olduğudur.
Laiklik, hayatı ruhani kürede yaşamak isteyenlerle, dünyevi kürede yaşamak isteyenler arasındaki alan paylaşımının adı olmaktadır.
Reklam
“Atatürk bir nehr-i muazzam gibi cuş etti; fakat çorak yerde akıp gitti”
"Ne güvenli ne bayağı ne de çok görkemli olun, bu tutumların üçü de insanı gözden düşürür. Fazla güven saygıyı azaltır, bayağılık küçümsenmenize yol açar, fazla çaba da sömürülmenize neden olur."