"İnsan hayatında büyük bir muvaffakiyet kazanabilir, fakat yalnız onunla övünerek kalmak isterse, o muvaffakiyet de unutulmaya mahkûmdur. Onun için çalışmak ve daima muvaffakiyet aramak, herkes için esas olmalıdır.''
Doktor gıda sorununu düzenlerken ekmek konusundan da söz edildi.
—Beraberinizde un getirdiniz mi? dedi.
—Hayır, dedim.
—O halde burada ekmek bulamayacaksınız çünkü hükumet yalnız yerlileri doyurmakla zorunludur, yabancıları değil.
—Öyle ise doktor, benim burada oturmaklığıma imkan yoktur. Hemen yarın memleketime döneyim. Bizim memleketimizde yabancılar yerlilerden daha çok harcamada bulunmaktadır. Ben de hükumetim katında yabancılara ekmek verilmesine engel olunmasını önereyim.
Doktor Vermerr bu sözlerden sonra ekmek sorununun halledilmesi için gerekli kolaylığı sağlayacağını söyledi.
Mebruke Hanım diyor ki, -Bütün genç kızlarımız biraz fazla tahsil ve terbiye gördükten sonra validelerini beğenmiyorlar. Onları adi görüyorlar. Ben buna çok kızarım. Bence valideler, kızlarını kendi seviyelerinden fazlaya çıkacak mertebede tahsile devam ettirmemelidirler. Varsınlar cahil kalsınlar...
- Dedim ki, Hanımefendi! Bu pek tabiidir. Yüksek seviyede olan, kendi seviyesinden irfanen dûn olanı beğenmez. Fakat bu hal haddizatında şayan-ı takdir ve teşvik görülmek lazım gelmez mi? Her yeni yetişen kendinden eskisini beğenmeyecek kadar yükselirse, o zaman, ancak o zaman ensal-i atiye yekdiğerinden kademe kademe yüksek seviyede bir silsile-i aliye vücuda getirebilir ki, terakki-i beşerin gayesi de budur. Onun için genç kızlarımızı ve genç erkeklerimizi fikren, ilmen maziye bağlı bırakmak, muayyen bir geri hududunun ilerisine geçmesine mümanaat fikrini tercih etmeyelim ve nazar-ı dikkat ve infialinizi mucip olan bunlar yalnız bizde değil, her millette böyledir.
Mebruke Hanım'ın İctihadı
Seyfi Beyin refikası Mebruke Hanım diyor ki, -Bütün genç kızlarımız biraz fazla tahsil ve terbiye gördükten sonra validelerini beğenmiyorlar. Onları adi görüyorlar. Ben buna çok kızarım. Bence valideler, kızlarını kendi seviyelerinden fazlaya çıkacak mertebede tahsile devam ettirmemelidirler. Varsınlar cahil kalsınlar...
- Dedim ki, Hanımefendi! Bu pek tabiidir. Yüksek seviyede olan, kendi seviyesinden irfanen dûn olanı beğenmez. Fakat bu hal haddizatında şayan-ı takdir ve teşvik görülmek lazım gelmez mi? Her yeni yetişen kendinden eskisini beğenmeyecek kadar yükselirse, o zaman, ancak o zaman ensal-i atiye yekdiğerinden kademe kademe yüksek seviyede bir silsile-i aliye vücuda getirebilir ki, terakki-i beşerin gayesi de budur. Onun için genç kızlarımızı ve genç erkeklerimizi fikren, ilmen maziye bağlı bırakmak, muayyen bir geri hududunun ilerisine geçmesine mümanaat fikrini tercih etmeyelim ve nazar-ı dikkat ve infialinizi mucip olan bunlar yalnız bizde değil, her millette böyledir.
Hiçbir zaman ümitsiz olmayacağız, çalışacağız, memleketi kurtaracağız! Bizi öldürmek değil, canlı mezara atmak istiyorlar. Şimdi çukurun kenarındayız. Son bir cesaret belki bizi kurtarabilir; zaten başka türlü de dönüş imkanı yoktur!…
Doktor gıda meselesini tayin ederken ekmek mevzuubahis oldu.
-Tabi beraberinizde un getirdiniz... dedi.
-Hayır, dedim.
-O halde, burada ekmek bulamayacaksınız. Çünkü burada yalnız yerlileri hükumet iaşe etmek mecburiyetindedir. Ecanibi değil.
-Öyle ise doktor, benim burada oturmaklığıma imkan yoktur. Hemen yarın memleketime avdet edeyim. Bizim memleketimizde ecanib yerlilerden daha çok istihlakatta bulunmaktadır. Ben de hükumetim nezdinde ecanibe ekmek verilmesine mümanaati edeyim.
Neticede doktor bizzat un veya ekmek bulmayı deruhte etti.
Atatürk bütün askeri ve siyasi hayatında sorumluluk duygusuna çok önem vermiştir. Bu yazılarında da şöyle bir fikri ileri sürüyor:
''Bazı kumandanlarca sorumluluk yükünü başkalarına yükletmek cihetlerine sapılmaya başlandığı fikrine bile düşüldü. Hakikaten sorumluluk yükü her şeyden, ölümden de ağırdır.''