Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur
İnsanların kendilerine yöneltilecek suçlamaları dinlemeye kendi ayaklarıyla koşmaları garip bir ruhsal olgudur. Üstelik böylece bir araya gelerek söylenene hak verirler ve tuttukları yolun yanlışlığını kabullenirler. Sert ve ısrarlı suçlamalar, bilinçaltına gömülü olan şeyi bilinç düzeyine çıkarır. Bütün ruhsal gelişmeler, daha önce kendi dışında olan bir şeyi içine sindiren bilincin fetihleridir. İşte bu buluşlar yolu boyunca ilerleyerek uygarlık kalkınır.
Çocuk hakkında da bilmediğiniz bir alay şey var. Çocuk ruhunun oldum bittim bilinmeyen ama, er geç bilinmesi gereken koca bir bölümü var. Bizler gizli hazineyi aramak için yabancı ülkelere gidip dağları altüst edenler gibi fedakârlık ve coşkunlukla davranmalıyız. Çocuk ruhunun derinliklerinde yatan bilinmeyen etkeni aramaya kararlı yetişkin işte böyle yola çıkmalıdır.
Reklam
İnsanın kendi içine dalması, nüfuz etmesi sanıldığı kadar güç değildir. Çünkü yanılgı bilinç dışı olduğunda bile acı ve ıstıraba mâl olmaktadır. Derde deva en küçük bir umut belirdiğinde, insanoğlu ona dört elle sarılacaktır. Parmağı çıkmış kişi, parmağı yerine konsun ister.
Çocuklarla ilişkilerinde yetişkinler, bencilden çok ben-merkezcidirler. Çocuğun ruhuyla ilgili her şeye kendi açılarından bakarlar. Bu yüzden de doğan yanlış anlamaların sonu gelmez. Bu tutumları yüzündendir ki, yetişkinler çocuğu kendi çabalarıyla dolduracakları boş bir şey gözüyle görürler; onu, uğruna elden geleni yapmaları gereken çaresiz ve cansız bir nesne bellerler; bir iç kılavuzdan yoksun, her daim güdülmeye muhtaç bir varlık sanırlar. Kısacası yetişkin kendini çocuğun yaratıcısı bilir ve onun hareketlerini kendisinin çocukla olan ilişkileri açısından iyi ya da kötü diye yargılar. Yetişkin kendini çocuktaki iyi ve kötü ölçüsü, kıstası sanır. Kendini yanılmaz, çocuğa örnek, model olabilecek tek varlık olarak görür. Çocuk o modele göre yoğrulacaktır. Çocuğun yetişkinin yolundan sapması, yetişkinin hemen müdahale edip düzeltmesi gerektiği sanılan bir bela, bir illet, bir kötülüktür. Böyle hareket eden bir yetişkin, istediği kadar çocuğa karşı sevgi, şevk ve esirgemezlik ruhuyla dolu olduğunu sansın, çocuğun öz kişiliğinin GELİŞİMİNİ bilinçsizce baskılamaktadır.
...kaydedilen bütün ilerlemelere rağmen, yeni doğmuş çocuğun gerçekten nelere ihtiyacı olduğunu gene de gereği gibi anlamış değiliz. Bir noktaya daha değinelim: Çocuğu istediğimiz kadar sevelim, aramıza karıştığı ilk andan başlamak üzere, belki de içgüdüsel olarak, ona karşı savunmaya geçeriz. İçgüdüsel bir hırsla aslında pek de bir değeri olmayan mallarımızı ondan korumaya davranırız. Yetişkinin aklı daha baştan ters işlemektedir. " Velet bir yerleri pislemesin? Dikkat et, başımızı bela olmasın..." sözleri açıkça söylenmese bile, yetişkinlerin beyinlerinde dolaşmaktadır.
Ailenin varlığı, çocuğun çevresini lüks nesnelerle donatmaya değil, onun sağlığına, mutluluğuna yönelik olmalı. Çocuklarına yararlı mı olmak istiyorlar? Sokağın gürültüsünden uzak, ışığı ve ısısı ölçülü ve denetli bir oda ayarlasınlar, yeter.
Reklam
Çocukla anaya gösterilen özeni kıyaslarsak ve anaya çocuğa davrandığımız gibi davranıldığını farzedersek, o zaman, sanırım, işlediğimiz hatayı da kolayca kavrayabiliriz. Ana yatağında sessiz ve rahat yatmaya bırakılmışken, çocuk, lohusayı rahatsız etmesin diye yanından alınır. Çocuk işlemeli örtülere, ipeklere, kadifelere sarılır, sarmalanır. Bu arada tabii bir hayli sarsılır. Bu davranış anayı doğumdan sonra tutup giydirmeye, süsleyip püsle- meye benzer. Sonra beşikten omuza alınır, emzirilsin diye anasının yanına indirilir. Bunun çocuk için bir işkence olabileceği akla gelmez. Etrafında koşuşan yetişkinlere sorarsanız, çocuğun bilinci yoktur zaten, ne acı, ne de zevk duyar. Onlara bakarsanız, çocuğu nasıl rasgelirse öyle, tabii yere düşürmemek şartıyla, indirip kaldırmada hiçbir sakınca yoktur. Oysa ölüm tehlikesi içinde yatan yetişkinlere böyle mi davranılır? Belki bile bile yardım dilemiyordur, ama yardım görme ihtiyacındadır. Yardımın da elbet bir yolu vardır. Oysa bizim çocuklara davranışımız yardım değil,onlara kahırdır. İnsanın yaşamının ilk dönemi henüz yeterince incelenmemiştir. Yine de bu dönemin önemini yavaş yavaş kavramaya başlıyoruz.
Cahil bir anne, kendini çocuğuna karşı azarla, şamarla, ya da ikide bir evden sokağa kovalayarak savunur, ama bunların ardından da yavrusunu kucaklayıp, öperek, gönlünü alacak, ana sevgisini ortaya koyacaktır. Ama toplumun daha seçkin katlarına özgü biçimcilik, sevgi, esirgemezlik, sorumluluk duygusu gibi davranışları hep bir özdenetim ve disiplin kisvesi altında kabullenilir. Bu yüzden de kibar hanımlar çocuklarının elinden kurtulmada çok daha kesin ve acımasız, üstelik hesaplı hareket ederler. Çocuklar, bakıcının eline verilip, ya gezmeye, ya uykuya yollanılır. Bu kadınların emrindeki çocuk bakıcılarına karşı gösterdikleri hoşgörü, ilgi ve olağanüstü itina, çocuklarının kendilerinden uzak tutulması uğruna her şeye razı olduklarını kanıtlar. Çocuk, ortaya çıkıp, hareket özgürlüğü kazanır kazanmaz, etrafındaki devler yanını yöresini kapamak, tıkamak için etmediklerini koymazlar.
Yetişkinler, ister okumuş, ister cahil olsun, bu canlı,hareketli varlığı uykuya mahkûm ederler. Zengin evlerinde iki, üç ya da dört yaşında çocuklar gerektiğinden çok uyumaya zorlanır. Yoksul ailelerde olmaz bu. Bütün gün sokakta oynarlar, anaları da ille yatın diye zorlamaz onları, çünkü rahatsız etmezler analarını. Genellikle yoksul çocukları varlıklıların çocuklarından daha az sinirlidir. Bunun bir nedeni de zengin çocuklarının başının belası uykudur belki. Bir seferinde yedi yaşında bir kızcağız kendisini hep gün batmadan yatırdıkları için ömründe yıldızlan görmediğinden yakındıydı bana. "Fırsat bulursam, bir gece bir dağın tepesine çıkıp, sırt üstü uzanacağım toprağa, yıldızları seyredeceğim," dedi.
Reklam
Birçok ana baba vardır çocuklarının erken yatmasından övünür durur. Ne o? Böylece geceleri diledikleri yere gidebiliyorlarmış.
Çocuğun yatağı bile eziyet kaynağı olabilir. Yetişkinlerin o geniş ferah yataklarını düşünün, bir de o çocukların yatırıldığı kafes gibi nesneleri gözünüzün önüne getirin! Yere düşmesinmiş! Yataktan çıkıp onu bunu kırmasınmış! Üstüne üstlük gün ışığıyla uyanmasın diye odası da karartılır. Çocuk değil, kanarya sanki!
"Falanca öğretmen öğrencilerine âşık adeta!" gibi sözler yetişkinlerin ağızlarından düşmez.
Öğretmenlerinin dediklerini elifi elifine yerine getiriyorlardı. Öğretmen bir seferinde bana: "Ne dersem yapıyorlar, dediklerime öyle candan uyuyorlar ki, ben de kendimi her söylediğimden sorumlu duymaya başladım," dedi. Öğretmenin bu sözünde hiçbir abartma yoktu.
1.207 öğeden 16 ile 30 arasındakiler gösteriliyor.