Maskelenmiş depresyon
İletişim biçimleri giderek kendimizi “sunduğumuz” profillerin güdümüne giriyor, kimliğimizi oluşturan tanınma mücadelesi de estetiğin sığ yapısına eşitleniyor. Varolmak için sürekli bir şeyler göstermek zorunda kaldığımız bir panayırın ortasında buluyoruz kendimizi. Öyle ki, beğenilme kaygısı ilişkilerimizde merkezî bir rol oynamaya başlıyor.
Yazar Engin Geçtan, "anlaşılabilme umudunu tüketen insanlar, dünyayla ilişkilerini beğenilme üzerine kurma eğiliminde oluyorlar, kurtulması güç bir tuzağa düştüklerini fark edemeden” diye yazıyor. Beğenilmek için sergilenen sürekli bir performans hâlinin bir noktadan sonra yıkıcı bir tükenmişlik duygusuyla sonuçlanabileceğini aktarıyor. “Hayatını beğenilme üzerine kuran insanların derininde çoğu zaman dışarıdan fark edilmeyecek kadar iyi maskelenmiş bir depresyon yaşanır.”
Günümüzde etkileşim ve iletişim olanakları ne kadar kuvvetlense de, ironik biçimde, sahici iletişim olanaklarını da o kadar tükettik. Sosyal medyanın aşırı hızıyla beraber yeni trendlere uyum sağlarken sürekli devinen bir performans sergilerken buluyoruz kendimizi. Beğenilme ve tanınma kaygısıyla kendimizi sunma seçeneklerini çoğaltıyor, süreci de etkileşim istatistiklerine göre değerlendiriyoruz. Kısa vadeli risk değerlendirmesi yapamıyoruz, ama bir süre sonra bu performans kişisel bir hırsa dönüşebiliyor.
Beğeni, takipçi sayısı gibi parametreler kişiliğimizi sıkı sıkıya sayılara bağlıyor. Hayal kırıklığı, değersizlik ve memnuniyetsizlik gibi hislerin kapanına kısılıyoruz. Bir anlamda, asla olmadığımız kişinin acısını çekiyoruz.