“Savaş kanlı çizmeleriyle insanları kırk yıl çiğneyip ezebilir, onları öldürebilir, her şeyi yakıp yıkabilirdi ama, insan denen varlığa baş eğdiremez, değerini düşürüp onu gerçek anlamda mağlup edemezdi.” Sanırım Aytmatov kitabını yazmaya karar verdiğinde bütün kurguyu bu cümle üzerinde oluşturmuş.
Savaşın ve dolayısı ile insanların ne kadar zalimleşebileceğini aktarmak için cepheyi değil de savaştan dolaylı olarak etkilenen bir köyü seçen yazar, buna rağmen kitabın sonuna kadar heyecanı ve merak hissini çıtanın altına düşürmemiş.
Hikayenin anlatıcıları da oldukça çekici, bir ana ve toprak ana. Kendi zamanına ve köyüne hakim ana ve yerkürenin bütün geçmişine hakim toprak ana. Bu noktada kitabın vurgusu insanlığın savaş ve birbirini örseleme konularındaki bitmek bilmez tekerrürüne diye düşünüyorum.
Aynı zamanda aşk. Yakıcı aşk ve yıkıcı aşk. Bir yuva kurduran, bağımsızlaştıran, üreten, çoğaltan Tolgonay ve iç parçalayan, yıkan, acıtan derbeder Aliman’ın aşkları. Bir de tabi ki toprak ananın ne olursa olsun insanlıktan umudunu kesemediği aşkı. Savaşı da aşkı da, hatta dünya düzenini de kadınların gözlerinden anlatan değerli bir kitap olduğunu düşünüyorum.