Depremden sonra uzun bir süre, bütün ulus yaşadığı şoktan kurtulamadı. Zaten politikacılardan ve askeri diktatörlerden yana her zaman şanssız olmuştuk; şimdi de bütün bunlar yetmiyormuş gibi bir de böyle bir doğal afetle uğraşmak zorundaydık. TNSM'den mollalar, depremin Allah'ın bir uyarısı olduğuna dair vaazlar veriyorlardı. Eğer doğru yolu bulmaz ve şeriati uygulamaya başlamazsak daha ağır cezalarla karşılaşacaktık. Bunu adeta haykırarak söylüyorlardı.
Babamın en nefret ettiği konulardan biri "hayalet okullar” idi. Ücra bölgelerdeki nüfuz sahibi adamlar, devletten, tek bir öğrencisi bile olmayan okullar için para alıyorlardi. Bu parayı da yeni evler yaptırmak, hatta hayvanlarının bakımı için kullanıyorlardı. Hayatı boyunca bir gün dahi ders vermediği halde öğretmen maaşı alan bir adam bile vardı. Yolsuzlukların ve kötü yönetimin yanı sıra, babamın o dönemki en büyük endişe kaynaklarından biri çevreydi. Mingora hızla büyüyordu; artık yaklaşık 175.000 kişi yaşıyordu burada. Bir zamanlar tertemiz olan havamız onca taşıt ve baca yüzünden kirleniyordu. Dağ ve tepelerimizdeki güzel ağaçlar kereste yapımı için kesiliyordu.
Aynı şey hırsızlık için de geçerli. Benim gibi bazı insanlar yakalanır ve bir daha asla yapmayacaklarına yemin ederler. Diğerleri, "Abartı yok. Bu küçük bir mesele" diyor. Ama ikinci seferde daha büyük bir şey çalarlar ve üçüncü seferde daha da büyük bir şey çalarlar. Benim ülkemde birçok politikacı çalmayı normal karşılar. Onlar zengin, ülkemiz fakir ama durmadan talan ediyorlar. Birçoğu vergi ödemiyor, ama bu nedir? Devlet bankalarından kredi alıyorlar ve geri ödemiyorlar. Devlet ihalelerinde veya anlaşmalarında rüşvet verdikleri arkadaşlarını veya şirketleri kayırırlar. Çoğunun Londra'da pahalı daireleri var.