Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Tefekkür Ve Tecessüs Hazineleri...
Cenâb-ı Mevlânâ (r.a.) Mesnevi-i Şerif’lerinde şöyle buyururlar: Tercüme: “ O taş gibi katı kalbin çâresi bir değiştiricinin lütfudur; O'nun lütfu için kabiliyyet şart değildir. Belki kābiliyyetin şartı onun lütfudur. Çünkü lütuf iç ve kabiliyyet kabuktur. ”
Mesnevi'den...
“Biz yok idik; ve bizim serzenişimiz dahi yok idi. Senin lûtfun bizim söylenmemiş sözümüzü işitir idi.”
Reklam
Ayrılıktan şikâyete gelince: Malumdur ki bu hal, mahrumiyet-i visal neticesidir. Bu ise, bekabillah mertebesine vasıl olmuş insan-ı kâmil için, muhaldir. Şeyh Attar Kuddise sırruhu, der ki: “Allah’tan bir an gafil olursan, o anda şeytanın hemdemi olursun.” Kemal-i vüsul erbabı için bu gaflet ve ondan mütevellit firkat mutasavver değildir. O halde vasıl-ı kâmil olanların şikâyeti nedendir? Bunu izah için deniliyor ki: Kâinatın yaratılışından evvel mükevvenatın ayan-ı sabitleri, ilm-i ilahîde mevcut ve her biri için kemal-i vusul hasıldı. Mesela Süleymaniye Camii inşa edilmeden evvel, onun suretinin, Mimar Sinan’ın zihninde mevcut olması gibi… Bu bahisler için sofiye kitaplarına, ezcümle Mevlâna Cami Kuddise sırruhunun Levayih ve Şerh-i Rubaiyyat isimli eserlerine bakmalıdır. İrade-i ilahîye, o suver-i ilmiyenin zuhura gelmesini icap etti. Ekmel-i mahlukat olan insan, devr-i makamat ederek beşeriyet âlemine kadar geldi
- Ben her cemiyette, her mecliste inledim, durdum. Bedhal -kötü huylu- olanlarla da, hoşhal -iyi huylu- olanlarla da düşüp kalktım. Hazreti Mevlâna, bir gazelinde: “Hayırlı bir iş için dünya hapishanesinde kaldım. Yoksa zindan nerede, ben nerede? Kimin malını çalmışım?” diyor. Menşe-i ezelîden ayrılmış, hak-i süfliye getirilmiş, tedricen terakki ederek fena ve beka mertebelerine vasıl olmuş, sonra halkın irşadı vazifesiyle mahvden sahve icra olunmuş zevat-ı kiram, böyledir. Onlar, düşmüşleri kaldırmak, gaflette olanları uyandırmak, nefs-ü heva eserilerini kurtarmak vazifesiyle mükelleftirler. Hasb-el vazife, her yerde görünürler, salihler ile de, fasıklar ile de görüşürler. Hatta fisk-u fücur erbabıyla daha ziyade meşgul olmak isterler. Nitekim Hazreti Mevlâna da beyt-i şerifinde “Bedhalan”ı, “Hoşhalan”a takdim ile buna işaret etmiştir. Çünkü fasıklar, salihlerden ziyade, tembih ve ikaza muhtaçtır. Ariflerden birinin: — Ya Rabbi! Kötülere merhamet et. İyilere zaten lütfetmiş, onları iyi yaratmışsın, dediği Gülistan kitabında yazılıdır. Merhum Mehmet Akif’in bir münacatındaki şu beyit ne kadar güzeldir: Müminlere imdat yetiş merhametinle, Mühidlere lakin daha çok merhamet eyle!
241- Bir bakkal ve onun bir tutî kuşu vardı. Güzel sesli, yeşil renkli ve söz söyler bir hayvandı. Tuti, papağan gibi bazı kuşların ufak tefek söz söyledikleri malumdur. Fakat onların o sözleri söylemeleri, anladıklarından değil; işittikleri sesi taklit etmek kabiliyetinde olduklarındandır. Bu kuşlara söz öğretmek için kafeslerine bir ayna koyup aynanın arkasından söz söylerlermiş. Tuti, aynada aksini görünce onu başka bir tuti sanır, işittiği sözü o söylüyor zannıyla taklit edermiş. Bu münasebetle Hafız Şirazî: “Beni tutî gibi ayna karşısına koydular. Üstad-ı Ezelî her neyi söyletiyorsa onu söylüyorum.” demiştir. Fatih’in küçük ve talihsiz oğlu Sultan Cem’in bir tutisi varmış. Kendisine öğretilen “Allahü yensur Cem” duasını tekrarlar, dururmuş. Cem’in vefatında bu hayvanı Bayezid aldırtmış. Onun karşısında -yine öğretilmiş olan- “Allahü yerham Cem” duasını etmiş. Şarkta tutilerin konuşması hakkında mübalağalar yapılmış, hatta “Tutîname” isimli kitaplar yazılıp, onlara hikâyeler söyletilmiştir. Hazreti Mevlâna bahsettiği tutiye dair vasıfları da, o mübalağalara göredir.
Dükkânda bekçilik eder, çarşıdaki esnaf ve tüccara nükteler söylerdi. 243- İnsanlarla konuşurdu; tutîlere mahsus ötüşü üstatça idi. Efendisi bir gün eve gitmişti. Tutî dükkâna nezaret ediyordu. گربۀ برجست ناگه از دکان - بهر موشی طوطيک از بيم جان 245- Bir kedi, fare yakalamak için birdenbire dükkâna atıldı. Tutî de can korkusundan... جست از
Reklam
Gonyalı: جولقيى سر برهنه مى گذشت - با سر بى مو چو پشت طاس و طشت 256- Başı çıplak bir derviş geçti ki, kafası, tas ve leğen gibi cascavlaktı. طوطى اندر گفت آمد در زمان - بانگ بر درويش زد كه هى فلن 257- O sırada, tutî de dile geldi ve: “Ey falan!” diye dervişe seslendi. از چه اى كل با كلن آميختى - تو مگر از شيشه روغن ريختى 258- “Ey kel! Neden
Gonyalı: “Şir” kelimesi, Farisi’de hem arslan, hem de süt manasına gelir. Şir-i alem: Sancak arslanı. Şir-i mader: Ana sütü terkiplerinde olduğu gibi. Şir-i alem: Sancaklardaki aslan şekli manasını ifade etmekle beraber, bizim “Gemi aslanı” mealinde de kullanılır. Hülasa, şir kelimesinin delalet ettiği şeyler, bambaşka ve ayrı ayrıdır.
هر دو گون زنبور خوردند از محل - ليك شد ز ان نيش و زين ديگر عسل 265- Her iki arı, bir yerden yediği halde birinde yalnız iğne bulunur – eşek arısında-, diğerinden bal hasıl olur. هر دو گون آهو گيا خوردند و آب - زين يكى سرگين شد و ز ان مشك ناب 266- Her iki çeşit ahu da ot yer ve su içer. Lakin birinden yalnız gübre, öbüründen halis misk husule
1.000 öğeden 1 ile 10 arasındakiler gösteriliyor.