beş yaşındaki zeze hemen herşeyi tek başına öğrenir: sadece bilye oynamayı ve arabalara asılmayı değil, okumayı ve sokak şarkıcılarının ezgilerini de. İşten çıkarılan babası ve çalışmak zorunda annesi ile çok fazla kardeşinin olduğu kocaman yoksul bir ailedeki altın kalpli çocuk. Kitapta devamlı dayak yiyen ve haylazlık yapan zezenin acı ve ümit dolu hikayesi anlatılıyor. En yakın sırdaşı, anlattıklarına kulak veren bir şeker portakalı fidanı.. yalnızlığına güneş gibi doğan potuga, zeze'nin babası olmasını istediği tek kişi onunla hayaller kuruyor, aile kavramını onunla anlamlandırıyor... Ancak hayat bu masum minik kalbine gerçekleri acı bir şekilde vuruyor.
" Herşeyi severim. evde yiyecek bir şey bulduğumuz zaman sevmeyi öğrendik."
"Önemi yok" tam tersine, çok önemliydi öyle üzüldüm ki, o kadar büyük bir hayal kırıklığına uğramıştım ki, o an ölmeyi istedim."
"Hepimiz büyüktük. Küçük küçük parçalarla, aynı üzüntüden payını alan büyük ve hüzünlü kişiler."
" Hiç yaşama isteğim yok artık. İyileşirsem kötü bir çocuk olacağım. Anlayamazsın sen. Artık uslu durmama değecek kimsem kalmadı."
" Şimdi acının ne olduğunu gerçekten biliyordum ayağını bir cam parçasıyla kesmek ve eczanede dikiş attırmak değildi bu. Acı, insanın birlikte ölmesi gereken şeydi. Kollarda, başta en ufak güç bırakmayan, yastıkta kafayı bir yandan öbür yana çevirme cesaretini bile yok eden şeydi."