Doğru bakabilmek ve doğru tercih yapabilmek için mutlaka
ferasetle bakmak gerekir. Ferasetin olmaması demek;
karanlıktaki birinin karanlığa bakarak “ben görüyorum” demesidir.
Resulullah (s.a.v.) Efendimiz “mü’minin ferasetine karşı takva sahibi olun; çünkü mü’min, Allah’ın nuruyla bakar”2
buyurur. Resulullah (s.a.v.) Efendimiz bu hadiste sanıldığı gibi
“mü’minin ferasetinden korkun”dememiş “mü’minin ferasetine karşı takva sahibi olun” demiştir; ama takva kelimesi âlimlerimiz tarafından korku diye tefsir edilince sanki mü’minin ferasetinden korkmak gerekiyormuş gibi bir anlam çıktı; oysaki mü’minin ferasetinden korkulmaz!
Peki, mü’minin ferasetine karşı takva sahibi olun demek ne
demektir?
Mü’min bir şey söylediyse onu ciddiye alın, onun söylediği
önemlidir, onun verdiği karar da, yaptığı tercih de doğrudur;
çünkü o mü’mindir, imanla, Allah ile bakar, böyle baktığı için
bakışı da tercihi de doğrudur demektir.
Birinde feraset yoksa bu durumda o, karanlığa bakmıştır.
Karanlığa bakıp karanlıktaki karartıları görmüş ve onu anlamaya çalışmıştır ya da yolu görmeden hayal etmiş ve insanlara da bu hayalini anlatmıştır. Böyle yaparak da zannına, şeytanın verdiği vesveseye ve kendi vehmine uymuş, tabi olmuştur.
Böyle birinin Allah yolu diye anlattığı bu vehmin, zannın, vesvesenin ciddiye alınmaması gerekir; çünkü Allah ayet-i kerimede “zan ilimden hiçbir şeydir”3 buyurmuştur. Hal böyleyken zannımıza uyar ve Allah’ın bizim için tercih ettiğini tercih etmezsek bu durumda zannı ilmin yerine koymuş oluruz, böylelikle de doğruyu asla anlayamaz, göremez, doğru bakamaz, dolayısıyla doğruyu tercih de edemeyiz.