Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Bir avlu vardı Arbat meydanına yakın, tuğla duvarlarında kışın, geceleri, kat kat, sıcak sıcak yanardı turuncu, mavi altın pencereler. İstanbullu bir delikanlı avluda titrer, titrerdi saatlerce, avluda titrer, Tamara'nın gölgesi gelir, giderdi mavi pencerede, en yukarda...
Henüz değiştirmemişti Puşkin yerini, yine böyle omzunda pelerin, yine böyle başı açıktı, yine böyle siyah, uzun, böyle akıllı, böyle mahzun, kibar bir Petersburglu gibi şıktı...Kışları taze taze kar kokardı, yazları serin serin yaprak...
Reklam
Nazım, eski Moskovalı'ydı, malum eski İstanbullu olduğu kadar.
Tohuma, toprağa, denize inan; insana inan hepsinden önce. Kuruyan dalın, sönen yıldızın, sakat hayvanın duy kederini, hepsinden önce de insanın. Sevindirsin seni cümlesi nimetlerin, sevindirsin seni karanlık ve aydınlık, sevindirsin seni dört mevsim, ama hepsinden önce sevindirsin seni insan.
Bir keresinde Babayev'e açılmış: "Eninde sonunda insanın gözünü oyarlar belki, diye düşündüm. Gözlerimi kapadım ve saatlerce öyle durdum. Körlüğe alıştırdım kendimi. Baktım oluyor. O da dert değilmiş dedim." Oysa bir keresinde şöyle yazmıştı: " Karanlık ölüm gibidir, rengi yok, ahengi yok, dengi yoktur karanlığın." Oysa, sonu tatlıya bağlanan kitaplar ister isterdi kendine. İsterdi ki doktor gülerek çıksın ameliyattan, körün açılsın gözleri, kurşuna dizilecek delikanlı kurtarılsın, birbirine kavuşsun yavuklular...
Moskova'daki Mayakovski kitaplık-müzesini gezen Nazım bir kenara şunu yazmış: "Güneşin çeşitli nebatlara ışık ve ısı vererek büyümelerini sağlaması gibi, Mayakovski de öteki ozanların kendilerini bulmalarını yardım eder."
Reklam
ZOYA kimdir? Zoya Kosmodemyanskaya, bir gerilladır. 332.nci Alman Alayı onu Petrişşevo Köyünde asmış ve bedenini ipte asılı bırakmıştı. Zoya'nın gerila adı Tanya dır. Görevi yurdunu çiğneyen düşmanın gerisine sızıp onlara zarar vermektir. Nazi işgali altındaki Petrişşevo köyüne ikinci sızışında yakalanır... Ve Aralık ayının beşin de ipe çektiler... Donmuş ve rüzgarla sallanarak 25 Aralık gününe kadar öylece bıraktılar. Zoya nın öyküsünü, Nazım hapiste, annesi Celile Hanımı ın getirdiği Fransız gazetesinden öğrenir. O gece oturup yazdığı şiir şöyle başlıyor: Zoya idi adı... Senin memleketini sevdiğin kadar Bende seviyorum memleketimi Seni astılar memleketini sevdiğin için. Ama ben Yaşıyorum. Ama sen öldün. Sen çoktan dünyada yoksun Zaten ne kadar az kaldın orada On sekiz senecik. Doyamadın güneşin sıcaklığına bile. Sen asılan partizan, Ben mahpusta şair. Nazım, Zoya için şiirini yazadığı sıralarda ünlü sovyet yazarı Konstantin Simonov onun hakkında bir oyun kaleme alıyor, kompozitör Kovaleviski bir opera hazırlıyor, heykeltıraş Zelinski ve Ledeva heykellerini yapıyorlar, Alma Ata 'da hayatı filme alınıyordu. Kitapları, mektupları, güncesi müzelere kaldırılıyordu.
Moskova siyah-beyaz bir kartpostal gibiydi, İliklerimize kadar titredik... Ama bizi bu kadar üşüten gecenin ayazı mıydı yalnızca?
Nazım'ın ne yüce bir yurt sever olduğunu anlamak için onun bir tek "Kurtuluş Savaşı Destanı" nı okumak yeterli.
Memleketimi seviyorum: Çınarlarında kolan vurdum, hapishanelerinde yattım. Hiç bir şey gideremez sıkıntımı Memleketimin şarkıları ve tütünü gibi.
Reklam
'Sevda' deyince Aşk da gelmez mi akla? Gelir. Herkes tutkun olur. Nazım çapında olmasa da... İyi adamın da aşkı olur, kötünün de. Kimbilir, Al Capone'un bile aşık olacağı tutmuştur. Ne vatan hainleri vardır ki, onlarda bile aransa kara sevda bulunur. Gel gör ki, Nazım asıl, Türkiye'ye sevdalıydı.
Tören dağıldı. Bir kaç tanışla, konferans salonunun hemen karşısındaki kafeteryaya geçtik. Çaylar geldi. Karım şairin bu Moskovalı dostlarına "sizi en çok etkileyen yanı nedir?" diye soracak oldu. Hepsi sözleşmiş gibi aynı cevabı verdiler: " Nazım'ın en yüce niteliği Türkiye halkına bağlılığı, Türkiye'ye sevgisidir. Hayatının çeşitli alanlarında türlü etkiler içinde kalmıştır, ama onun 'tepeden tırnağı sevda' dediği şey aslında memleketine olan büyük hasretidir."
...Ve nihayet, haberi bile olmadığı bir suçlamayla tutuklanışı. Yurduna 1928/ 1951 yılları arasında geçirdiği yirmi-iki yılın on-yedisi hapislerde harcandı. Yazdıkları kendi hayattayken, kırktan fazla dilde, otuzun üstünde ülkede yayınlandı. Yüz binlerce, milyonlarca basıldı. Ama Türkiye de yirmi-sekiz yıl boyunca bir tek kitabı çıkmadı.
Yurda her ayakbasışında içeri alınmamış mıydı? Yirmi ikisinde bir gençti. Moskova'dan öğrencilikten dönüyordu. Hopa da vapurdan iner inmez bileklerine kelepçe takıldı. Üstü arandığında, not defterinde "Heraklit Üstüne Düşünce" adlı şiiri bulunmuş ve polis bu eski Yunan düşünürünün adını eski harflerle "her ekaliyet" okuyunca... "ekalliyet diyen kim? bu Herklit'tir. Eski bir Yunan düşünürü!" "Üstelik Yunan ha! bunun hesabını mahkemede vereceksin."
Kremlin, Moskova'nın göbeğinde, bir yavru-kenttir. 'Kreml' Rusçada "hisar" demek zaten.
76 öğeden 61 ile 75 arasındakiler gösteriliyor.