"Kim bilir ne zaman dinecek bu gözyaşları? Bu merhametsiz koşu ne zaman bitecek? Anlasana; yoruldum artık. Sensiz hiçbir şeyin değeri kalmadı gözlerimde. Bir an önce bu koşu bitsin istiyorum. Düşünsene, bütün saatler durmak için o anı bekliyor. Sonu duyuracak kampana çalsın artık. O anda tanıdığım seyirciler ayağa kalksın. Muhteşem bir son olsun bu. Duyduğun zaman içinde bir şeyler burkulsun ve gözyaşlarının en güzeliyle dolsun gözlerin. Benim ağlanmayacak bir yerde olduğumu düşün ve artık sen ağla. Yokluğuma, sevilmemişliğime, anlaşılmamışlığıma..."
"Birbiriniz için yaratılmamışsınız. Apayrı dünyalarınız. O hep yalan söylüyor sana. Sen nasıl yıllardır onu aramış ve bulmuşsan; o da bir başkasını arıyor. Belki yarın bulacak, belki de hiç bulamayacak. Ne değişir? Sen değilsin onun aradığı."
“Belki de bu son diyerek Amazon’un o yabanıl çocukları gibi her yanımda kayaların keskin pürtüklerini hissederek bırakacağım kendimi bir uçurumun dibinde küçücük gözüken denize, gözlerim rüzgârdan yanacak ve şehvetle titreyecek içim. Suya çarptığımda ince bir ok gibi saplanacağım derinlere ve eğer çıkabilirsem yeniden suyun üstüne, ıslak sakallarımla gülümseyeceğim ve edepsiz bir oğlan çocuğu gibi övüneceğim size, ‘hayatımda hayatımdan daha kıymetli şeylerim var’ diye.”
"Şimdi ben yalnızım. İstanbul yalnız. Konyaaltı yalnız. Sevgi, yoksul. Öfke, aptal. Merhamet, kimsesiz. Şimdi hepimiz, elimizde bir ölü dünya, koşa koşa bütün iyilikleri unutmaya çalışıyoruz."
“Düşünüyordum da, şu hayat dediğimiz şeyin ne hoş ödülleri vardı; şuna buna hınç duymak, kin beslemek ne kadar yersizdi ve dostluklar kurabilmek ve kafa dengi kişilerle birlikte olabilmek ne kadar gıpta edilecek bir durumdu…”