Çayın tadı ülkemin tadına benzer. Acı ve sıcak, güçlü ve anılarla keskin. Özlem tadındadır. Bulunduğun yerle geldiğin yer arasındaki mesafe tadındadır. Sonra kaybolur; dudakların hala sıcakken tat dilinden kaybolur. Sisin içine uzanan tarlalar gibi kaybolur.
Gelecek, evdeki kızlara açıklamak zorunda olduğum bir başka şey. Gelecek, ülkemin en büyük ihracatıdır. Limanlardan o kadar çabuk ayrılır ki, insanların çoğu onu görmemiştir; neye benzediğini bile bilmezler.
Geleceğimiz kendini ışıktan saklar ama sizin insanlarınız onu bulmakta çok yeteneklidirler. Böylece, bizim geleceğimiz, parça parça sizin geleceğiniz olur.
"O oyuklarda hiç ışık yoktur, bu yüzden bin nesil sonra bu türün görme yetisi yok olacaktır. Ne demek istediğimi anlıyor musunuz?" derdim gözetim memurlarına. "Işık olmadan gözlerin görmesini nasıl koruyabilirsiniz? Gelecek olmadan bir yönetime nasıl vizyon sağlayabilirsiniz? Benim dünyamda istediğimiz kadar sıkı çalışabilirdik. Çok çalışkan bir Öğle Vakti İçişleri bakanımız olabilirdi. Geç Öğleden Sonrasının En Huzurlu Kısmı için mükemmel bir başbakanımız olabilirdi. Ama alacakaranlıkta -anlıyor musunuz?- bizim dünyamız kaybolur. Günden sonra görünemez; çünkü siz yarını aldınız. Ve gözlerinizin önünde yarın olduğu için bugünü göremiyorsunuz."
Tam o sırada İdril'in şöyle seslendiği duyuldu: "Babası kulelerin en yükseğinde ölüme kucak açan bana elbette ki yazık; ama efendilerini Melko'nun gazabına kurban veren ve artık dönecek bir evi olmayanlara yedi kere yazık" - o gece yaşananların uyandırdığı dehşetten dolayı perişan olup deliye dönen kız biraz da farkında olmaksızın sarf etmişti böylesi sözleri.