"Şuraya bakın, işte bu çok ilginç, işte kaderine boyun eğmiş, cellat kütüğüne yürüyen, bir alçak gibi ölecek bir adam, evet bu doğru ama ölüme doğru hiç direnç göstermeden, hiç yakınmadan yürüyordu: Ona bu ani gücü verenin ne olduğunu biliyor musunuz? Onu teselli edenin ne olduğunu biliyor musunuz? Cezasını sabırla kabullenmesini sağlayanın ne olduğunu biliyor musunuz? Bir başkası onun sıkıntısını paylaşıyordu; bir başkası da onun gibi ölecekti; bir başkası ondan önce ölecekti! İki koyunu kasaba, iki öküzü mezbahaya götürün ve ikisinden birine diğerinin ölmeyeceğini anlatmaya çalışın, koyun sevinçle meleyecek, öküz keyifle böğürecektir ama insanın, Tanrı'nın kendi görünümüne bir biçim vermek için yarattığı insanın, Tanrı'nın ilk, yegâne ve en yüce görevi olarak yakınlarını sevmeyi dayattığı insanın, Tanrı'nın düşüncesini ifade etsin diye ses verdiği insanın arkadaşının kurtulduğunu öğrendiğinde atacağı ilk çığlık bir sövgüden ibaret olacaktır. Doğanın başyapıtı, yaratılışın kralı olan insanı kutlamak gerek!"
"Peki ya siz," dedi Faria, "neden zindancınızı masanızın ayağıyla öldürdükten sonra onun elbiselerini giyip kaçmayı denemediniz?"
"Aklıma bile gelmedi de ondan," dedi Dantès.
"Aslında, böyle bir suç işlemek için duyduğunuz, hiç düşünmediğiniz içgüdüsel bir korkudan dolayı," diye karşılık verdi yaşlı adam, "çünkü sıradan ve olanaklı şeylerde doğal arzularımız bizi doğru çizgiden sapmamamız konusunda uyarırlar. Kaplan doğası itibarıyla, yazgısından dolayı, kan dökmek için sadece tek bir şeye ihtiyaç duyar, koku alma duyusu onu avının yakınlarda olduğu konusunda uyarır. Hemen bu ava doğru hamle yapıp üzerine atlar ve onu parçalar. İçgüdüsüne iraat eder. Ama insan tam tersine kandan tiksinir; onu katil olmaktan tiksindiren toplumsal yasalar değil, doğal yasalardır."
"Dua mutlu insana anlam açısından içi boş ve tekdüze bir bütünlük olarak görünür, ta ki bir gün keder o bahtsıza, Tanrı'yla konuşmasına aracılık eden bu ulvi dili açıklayana dek."