Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
İngiliz Shelley'den, Amerikan Longfellow'dan yaptığım bir iki şiiri, Oscar Wılde, Edgar Allen Poe'dan yaptığım düzyazı çevirilerini bir dergi ya da gazeteye verme cesaretim olmadığından kolay bir yöntem bulmuştum. Cağaloğlu'ndan Türk Ocağı'na çıkan yolda Abdullah Cevdet'in, üstünde İÇTlHAT EVI yazılı levhası bulunan kapıdaki posta kutusuna atar, az süre sonra dergide çıktığını görürdüm. Çok pinti olduğu söylenen bu adamın dergisine çok az kişi parasız yazı verdiğinden olsa gerek ki benim çevirilerimin hepsinin orada çıktığını görüyordum.
Kemalist yönetim yabancı okullarında Yurt Bilgisi ve Tarih derslerinin Türkçe olarak okutulması zorunluluğunu koyunca ben de o Alman okulunda beş on lira kazanmak için hocalık almıştım. Bu okul, lngiliz, hele Amerikan okullarına kıyasla, onlar ölçüsünde içinde yaşadıkları ülkeye yabancı değildi.
Reklam
Bugünün kuşakları çok şaşacaklar belki, o zaman "Tramvay pencerelerinden dışarı sarkmayın" gibi yazılar hem Fransızca hem Türkçeydi. Yalnız Fransızca olanları bile vardı. Karaköy'den Şişli'ye dek içinde hiç Türkçe konuşulmayan ya da bilinmeyen yerler vardı
Beyoğlu'nda tek Türk kitabevi bile yoktu. En büyük kitabevi Fransız Hachette. Onun yakınlarında bir iki Alman kitabevi. Bir de Kohen Hemşireler adlı Yahudi bayanların kırık dökük Türkçeleri ile sanki Fransızca konuşuyormuşuz diye bizi azarlıyorlar duygusu veren kitabevleri.
bu başkan ve yönetim kurulu üyesi olmak için bu insanlar niye bu denli çekişiyorlardı? Henüz bilmiyorduk ki, bunu elde etmenin açacağı üç kapı vardı: Biri işin başkanlık hırsı, ikincisi BBM'den alınacak tahsisatla Avrupa uluslararası toplantılara katılma ve gezme olanakları, üçüncüsü. geleceğin politika sahnesine girmeye hazırlanma. Biz bunları bilmeden platonik bir merakla işin içine kendimizi sokmuştuk.
Edebiyat Bölümü'nde meğer Macit ile bana karşıt olan biri varmış. Bu, Nihal Atsız adlı ve kişi olarak tanımadığımız biriydi. O gence göre biz Türk değilmişiz, çünkü Macit Selanik'te doğmuş, ben de Kıbrıs'ta. Bu Nihal denen kişi nerede doğmuş, bunu sormak bizim aklımıza bile gelmezdi. Nihal ile bir kez bile konuşmamız, selamlaşmamız olmamıştı.
Reklam
Tarih diye bize savaşları, padişah ya da kralların doğup öldükleri ya da öldürüldükleri zamanlan öğretirler, ezberletirlerdi. Özellikle düşün biçim ve dokularının kimi kez birdenbire, kimi kez ağır ağır değişmelerinin nedenlerini ve anlamlarını kavrayamıyorduk.
Dinler tarihi yanında diğer bir din tarihi İslam felsefesi tarihiydi. Bunun profesörü, Metafizik hocasının tam zıddı olan başka bir hoca, İzmirli İsmail Hakkı'ydı. Bu aydın kafalı hocaya biz o zaman gerekli anlayış ve ilgiyi gösterememiştik. Bunun başlıca nedeni bu çok iyi insanın bir zayıf yanıydı. Bizi konusuna çekeceği umudu ile, Batı felsefe tarihinde adlarını, düşünüşlerini öğrendiğimiz Ban düşünürlerinin fikirlerinin daha önce İslam filozoflarınca bilindiğini bize inandırmak çabası ile yanlış ve aşırı benzetişler yapmasıydı.
Çok sonraları Hindistan'a gittiğim zaman Buda'nın ilk öğretimini başlattığı "ağaç altı" bulunan yeri ve yanındaki muhteşem binayı, daha sonra Birmanya'da, Japonya'da bulunan Buda tapınaklarını gördüm. Tayland'ın başkentinde gördüğüm en güzeliydi. Yanındaki binalar, şaşılacak ölçüde bizim eski medrese binalarına benziyordu. Türk İslamlığının ve tasavvufunun mimarlığından, Budanın Türkler üzerine etkileri olduğu sonucuna varmıştım.
Düşünürler (Batı düşünürleri) ya bireyci ya da toplumcu, ya ruhçu ya da maddeci okullara ayrılıyordu.
Reklam
Bu hocanın bana bir katkısı, o zamana dek hiç tanımadığım kız taifesi ile ahbaplık edişim olmuştur. Aile çevremde hiç kız yoktu. Kızlarla nasıl arkadaşlık edilir, konuşulur bilmezdim. İyi bir tesadüfle felsefedeki sınıfta dört kız öğrenci vardı.
Naim Hoca laikliğin düşmanı olduğu ölçüde ulusçuluğun da şiddetle karşıtı idi. Kimi kişiler [bunu] onun Türk değil, Kürt kökenli oluşuna yorarlarsa da ben o görüşte değilim. O, o çeşit bir ulusçuluğa da karşıttı. Onun inancına göre ideal olan Müslüman birliği idi. Fakat neden bunun temelini bir Katolik papazının metafiziğine dayandırıyordu?
Akıllı bir gencin özleyeceği şey bir paşa, bir vali olmaktı. Devletin iki dayanağı! Doktor ya da avukat olma özlemi devlet gücü elde etmek yerine para gücünü elde etmek isteğinin de geldiğini gösterir.
Yeni kuşak gençliğin en çok istediği avukat ya da doktor olmaktı. Bu, eski hükümet adamı olmak yerine serbest meslek prestijinin geliştiğini göstermek açısından ileri bir gelişmeydi. Öyle olmakla beraber, bunların dışında (benim hiç tanımadığım) iki geleneksel kariyer alanının çekiciliği hala yaşamaktaydı: biri Mülkiye, diğeri Harbiye. (1930'lar)
Çok anlayışlı bir ana-babaya düşmek yaşamımda rastladığım en büyük mutluluğum olmuştur. Bana karşı sonsuz, kayıtsız güvenleri vardı.
Geri199
1.500 öğeden 1.486 ile 1.500 arasındakiler gösteriliyor.