Ben de sıyrılabildiğim her şeyden sıyrıldım daha uzağa gidebilecek kadar hafif olmak için. Ama olmadı. Terk ettiğim her şeyin ağırlığı binle çarpılıp, beynime yerleşti. Hafiflemek bir tarafa, daha da ağırlaştım. Söküp attıklarım tonlarca kâbus olup döndüler bana.
Sonra anladım ki nasırlaşmış meğerse ruhum. En azılı paranoyağa taş çıkartacak kadar kaygılı olsam da, alışmış buna iç organlarım. Ruhsal sorunların organik hale dönüşme eşiklerini çok büyütmüşüm farkında olmadan…
Dünya üzerinde bir yerden uzaklaşmanın imkânı yok. Uzaklaşılan tek şey stillerdir. Hayatta ancak stiller değiştirilebilir. Başka bir şey değil. Coğrafya, çocuklara ergenliklerini unutturacak bir derstir. Başka bir boka yaramaz. Aslolan hayat stilidir. Ve görünmez köprüler vardır dünyada bir ülkeden diğerine giden. Aynı stil hayatı dünyanın her yerinde bulabilmek tesadüf değildir. Nasıl bir junkie her yerde dozunu bulabilirse, benim gibi biri de bastığı her toprakta kadın, silah ve uyuşturucu teklifleriyle karşılaşır.
Ama artık çok geç bütün bunları düşünmek için. Yola çıktığım yeri göremeyecek kadar uzaktayım. Evimin kokusunu unuttum. Gaspçı bir korsan gibi dolanarak şehirleri bağlayan yollarda, en iyi bildiğim şeyi yapıyorum: düşünüyorum…
"Tırnaklarınla elde ettiğin yalnızlığının bozulacağını düşünerek yaşamak en büyük ihanet. Ama sonra kendini düşünüyorsun. İhanet edilecek kadar var mısın?"
Yani hiçbir sayı tam değildir. Hepsi tama yaklaşır. Ama varamaz. Demektir ki, 1,999…9’u bize 2 diye yutturmaya çalışan bir dünyanın çocuklarıyız. Ve dünya da aslında tam gibi görünürken, aslında bir irasyonellik harikası.
“Yarar yok bu dünyada! Ölüm varsa yarar yok! Ölüm bütün sihri bozar. Kurtardığın hayatlar da ölür. Aldığın Nobeller de paslanır. Doğduğun evler de yıkılır. Bin yıl yaşa, görürsün!” dedim kendime…
Hiçbir şeyden emin değilim. Emin olmanın gerektiğine de inanmıyorum. Dünya üzerinde yaşayan herhangi bir canlıdan zerre kadar farkı olmayan insanoğlunun bu gereksiz çabasını da anlamıyorum. Her şeyi biliyorum ama kendimi tanıyamıyorum.
Aynaya bakıp kendini tanıyamamak, insanın kendi anılarını bir başkası yaşamış gibi anlatması, dünyanın kendisi dahil üzerindeki hiçbir şeye kayda değer bir varoluş nedeni bulamamak ve zihnin bedenden binlerce kilometre uzakta olması o kadar korkunç ki!
“İnsanlığımızı, ahlakımızı, dünyayı çok uzun zaman önce yok ettik… Hissediyorum. Şimdi sıra anılarımızda ve hayallerimizde. Kafatasımızın içini süsleyen bütün bildiklerimizde. Her geçen saniye eksiliyorlar.”