Hıncal Uluç o günler ve Ahmed Arif için Sabah gazetesinde şunları yazacaktı:
"Ahmed Arif dostumdu benim. Ustamdı. Türkçenin en iyi ozanlarından biri için bunu anlayabilmek ne büyük mutluluk. Tanıştığımızda ben 20 yaşındaydım o da yolun yarısında 35'lerde yani. Yarısından fazlaymış meğerse. Ben öncüde spor müdürüydüm, Ahmed Arif de sermusahhih, yani düzeltme servisinin başıydı. Sakın öyle imha hatalarını düzeltiyordu diye düşünmeyin. Ahmed Arif, Türkçemizi düzeltirdi. Bir Türkçe hatası yapmayalım, elinde yazımız, firtina gibi girerdi servise, doğrusunu öğretmek için.
Az şey mi öğrendim ondan? Tanıdığım en kalender insandı. Az konuşur ama öz konuşurdu.
27 Mayıs öncesi hapislerde yatmıştı. O devirde, devrim öncesi çekilenleri anlatmak en büyük övünme payı idi. Ben Ahmed Usta'nın hapislerde yattığını çok sonraları gazete yazılarında öğrendim. Bir gün olsun hapishane edebiyatı yapmamıştı.
Hapishanede yatma nedeni de hızlı solcu olması imiş. Ama onun bir gün bize sol edebiyat yaptığını, kimsenin beynini yıkamaya çalıştığını ya da böyle bir hevesi olduğunu bilmem.
Gününün en büyük ozanlarından biriydi. Ama kendi şiirleriyle övündüğüne de hiç tanık olmadım..."
Birkaç gün sonra, Kuzey Londra'nın banliyölerinden küçük bir köyün sokaklarında deliler gibi koşturuyordum, panik halindeydim. Mollie öfkeliydi -ve kayıptı.
Hastaneden birkaç sokak ötede, küçük bir bistrodaki öğle yemeğimiz iyi başlamıştı. Biraz dikkati dağınık olsa da, kısa yürüyüşümüzün ardından pembe yanaklı ve sağlıklı görünüyordu Mollie