"Böyle işler hep geceleri yapılırdı; tutuklamalar hep geceleyin gerçekleşirdi. Ansızın irkilerek uyanmak, hoyrat bir elin omzunuzu sarsması, gözlerinize tutulan ışıklar, yatağı çevreleyen acımasız yüzler. Çoğu zaman ne yargılama olurdu ne de bir tutuklama raporu tutulurdu. İnsan ortadan kayboluverirdi, o kadar; ve bu hep geceleri olurdu. Adınız kayıtlardan silinir, yaptığınız her şeyin kaydı yok edilir, bir zamanlar var olduğunuz bile yadsınır, sonra da tümden unutulurdu. Kökünüz kazınır, külünüz göğe savrulurdu: Alışılmış deyimle, buharlaşırdınız."
Etrafımızda ölümü hatırlatmayan acaba ne var? İçinde oturduğumuz, üstünde yatıp kalktığımız, giyip çıkardığımız, bütün yiyip içtiğimiz şeyler hep hayatın enkazı değil mi? Ölüm nasıl unutulur?
Özellik ve üstünlük ölçülerini açıkça göğüslerinde taşıyanlar, onu tanıtmak için insanların görmesini sağlamaya çalışanlar, o erdemlerinden kendileri de kuşku duyanlardır.
Yüce dünya içinde O; O, bir insan. Silahlı bir insan. Açık ve masmavi göğün altında ölen ve öldüren bir insan. Kuşlar ondan çok daha mutluydular. Tanrının dünyayı yalnızca kuşlara, kelebeklere, çiçeklere bırakması gerekirdi. İnsanıysa...