“Oysa yazmak, düşüncenin yıldırdığı yerde güç veriyor insana; hele doğaçlama yazmak, dökülebilmek, hıçkıra hıçkıra ağlayabilmek kağıtlara; rastgele, kuruntusuz ve beklentisiz ama en azından satır aralarındaki kokuyu alabilecek, yargılamayan bir dost okurun varlığını duyarak, aslında öyle birinin var olduğuna inanarak yazmak...”
Lütfen benim bir insan olduğumu tekrar hatırlayın; beni tutmayın, ezmeyin. Düşeceksem ezilmiş olarak değil, bir leblebi tanesi gibi düşmek istiyorum toprağa. Şunu unutmayın Sabri Bey, düşmekte olan bir kelebeği tutarsan düşmesin diye, ezersin.
Kendine çıkan değil, inen bir yoldayım. Son konuşmayı düşlerimle yapacağım, geceler apışıp kalacak. Sabahlar esneyip ayılınca, "Bu" diyecekler.
"İşte bu! diyeceğim," topu topu üç heceydi, geceydi."
Yazmak şeytansı bir sevinç, resim yapmaktan daha kolay, insana kendini buldururken unutturan bir iç geçiriş; hele ki elinin altında bunaltıcı iç burkulmalarından koruyan, boğazını serinleten aslanlar gibi bir litrelik SKOL yatıyorsa...