Ve kadınlar, Taşbaş suretinde gelen adamdan konuşuyorlardı. Şaşkınlık içindeydiler. Taşbaş suretinde, Taşbaşın evine
konuk gelen adam o kadar da Taşbaşa benzemiyordu ya ...
Azıcık da benziyor. Hiç de yüzünde ermiş ışığı yok. Kararmış,
buruş buruş olmuş, sarkmış, kurumuş bir yüz. Tam yılgın, kederli,
acılı bir köylü yüzü. Yüz bin yıl gün altında kalmış.
Kadınlar bir de Taşbaşın karısının bu adamla yatıp yatmadığını
merak ediyorlar, bunu biribirlerine söylemiyorlardı ama,
hepsi de düşünüyordu. Aynı alaçıkta, çırılçıplak, hiç yatmazlar
mı? Eğer yatmışlarsa, Kırklar dağındaki, kırk yeşil sakallı ermiş
içindeki Taşbaş Efendimiz ne derdi buna?
Belki de ermiş Taşbaşın ta kendisiydi bu adam. Yorulmuş,
yılmış, hükümetten dayak yemiş, aç kalmış da bu hale gelmiş bir Taşbaştı. Yüreklerinin ta derininde, bu adamın öz bir Taşbaş
Memet olduğu vardı. Herkes içinden böyle düşünüyor,
ama tam tersine inanmak için kendisini zorluyordu. Gene de
şaşkınlık içindeydiler, ikircikliydiler. Ne yapacaklarını bilemiyorlardı.
Belki de, belki de bu Taşbaşın hiç ermişliği falan yoktu.Taşbaşın evinin üstüne sağılan o ışık
uydurmaydı. Kim görmüştü
ışığı? Kendi bile demiyor muydu, bende iş yok, benim
gibi bir günahkardan ermiş olur mu? Ermiş olan hiç buyar da
donar mı? Ne düşünüyorlarsa, o an ona inanıyorlardı.