"...karşımda biber gazıyla içine kimyasal madde karıştırılmış basınçlı su ile 'yakıcı' olmuş bir 'kucaklayıcılık' var. Yakıcı, dahası 'öldürücü' bile olabilen bir kucaklama. Fakat sevgi ve sevecenlikle ilintili olmadığı kesin."
"Çağının vicdanı - yani öyle bir insan ki, gerçeğin hiçbir yalana benzemediğine daha en baştan inanmış insan. Tarih, varlık nedenini böyle insanların da yaşamış olmalarına borçludur."
Söylenen bütün yalanların gerçek yüzü, bazen gerçek anlamda dine gönül vermiş bir cami imamının, gerçeği çarpıttığı veya sakladığı takdirde insanlığından olacağına inanan bir görgü tanığının, bazen somut kanıtlar olmaksızın bir kararın altını imzalamakla bir "hukuk insanı" kimliğiyle adalete ihanet edeceği bilincini taşıyan bir yargıcın, bazen de önüne getirilen yaralıya şifa verme çabalarına girişmezden önce: "Bu, hangi saftandır?" diye sormakla Hipokrat Andı'nı kirleteceğinden emin olan bir tıp insanının vicdanından yansıtılır.
"...olup bitenler karşısında eleştirel tutum almayan bir uğraş, sanat adını taşıyamaz; hele hele gerçekleri kısmen de olsa perdeleme amacına hizmet eden çabaların sanatın çatısı altında yer alabilmesi imkânsızdır."
Yarı dalgın bakışlarıyla daha geminin güvertesinde uzanmış yatarken bir yandan güvertedeki büfelerin başında deliler gibi yiyip içen saraylıların doymak bilmez açgzölülüğünü ibretle izleyen, öte yandan ise aynı güvertenin hemen altında, küreklerin başında forsaya çakılmış olan kölelerin iniltilerine, sırtlarına inen kırbaç seslerine ve bucurgatlardan yükselen seslere kulak veren Vergilius'un kafasında şekillenen soru, sanat açısından neredeyse ölümcüldür: "Ben, hep yüceltilmiş, övgülere boğulmuş dizelerimle bu dünya halinde bir değişiklik yaratabildim mi?"