MİLLİ EĞİTİM BAKANLIĞI
3 Mayıs 1920'de o dönemdeki uygulanan mevzuata göre Meclis'te yeni kurulan hükümet üyeleri için ayrı ayrı oylama yapılmıştır. Maarif Vekilliği'ne aday gösterilen Hamdullah Suphi 60, Dr. Rıza Nur 43 rey almışlardır. Çoğunluğun sağlanamaması üzerine aynı gün ikinci oylama yapılmış adaylardan hiç birisi seçilmek
Ocağın çalışmalarına muhalefet eden ve sonraki yıllarda liberalizm adı altında örtülü Marksizm propagandası yapan Sabiha ve Zekeriya Sertel çiftinin Vakit gazetesinde zaman zaman eleştiri yazıları da çıkmıştır. Türk edebiyatının önde gelen isimleri aleyhindeki bu kampanyaya karşı üniversiteli gençler tepki göstermişlerdir. "Edebiyat mı, Bolşeviklik mi” temasının işlendiği protesto toplantısı İstanbul Türk Ocağı'nda düzenlenmiştir. Heyecanlı geçen toplantıda gençler, “Abdulhak Hamid, Mehmet Emin Yurdakul, Yakup Kadri Karaosmanoğlu'na uzatılan her mütecaviz kalemi ve eli kırmak borcumuzdur” demişlerdir. Öğrencilerin protesto toplantıları devam etmiş, Türk Ocağı'nda yeni bir toplantı daha yapmışlardır. Vakit gazetesi ile Resimli Ay mecmuasında yapılan hücumlardan Tanrıöver de nasibini almış, eserlerini Milli Eğitim Bakanlığına sattığı ileri sürülmüştür. Sertellerin Resimli Ay dergisinde "Putları Yıkıyoruz” kampanyasına karşı İkdam gazetesinde "Putlar Nasıl Kırılır?” başlıklı yazı ile cevap vermiş, Abdülhak Hamid ve Mehmet Emin Yurdakul’u savunmuştur. Mete Tunçay, hadiseyi Yakup Kadri Karaosmanoğlu ile genç kuşaklar arasında şiddetli bir edebiyat tartışması yaşandığını belirterek farklı biçimde yorumlamış ve Nazım Hikmet'in yaptıklarını savunmaya çalışmıştır.
Müşriklerden biri putunu boynuna asarak Resulullah'ın karşısına çıkar, der ki: "Sen bize benim rabbim bana şah damarımdan daha yakındır diyorsun, işte benim rabbim, herkes görüyor. Senin rabbin hani, onu da görelim?". Bu müşrikin mugalatası bugünkü modern putperestler bakımından da elan geçerliliğini koruyor. Mabudunu boynuna asan, tıpkı o müşrik gibi, dinin karşısına çıkıp itiraz ediyor. Kiminin mabudu akıl veya bilim, kimininki nefs-i emmaresi, şehveti, kimininki dünya hırsı halinde boynuna asılı olarak...
Ne garip bir dünyada yaşıyoruz
Zira kendini çok akıllı sananlarla dolu
Oysa aklin sahibi Allah ve ipinin bağlı olduğu nefesini elinde tutan soluk vereni de tek yaradan
Emrini veren de O
Yasasını koyan, sınırını çizen, ölçüsünü belirleyen, şu yasak şu haram şu helal şu iyi, şuna yaklaş şundan sakın erkek kadın kim kime dum duma değil ayrı ve birbirinize gerekmedikçe konuşmaman gereken birinci derece akraban olmadığı takdirde karşı cinsse namahrem ve haram bakışın dahil tüm varlığın tesettürle örtülü nisa olmak birinci vazifen diyen rabbimiz Allah
Heykel puttur yasaktır yapan ve hanesinde vatanında heykel diken lanetlenir diye uyaran O
Kuran yasandir ve nizamindir degistiremez kılıfına uyduramazsin diyen O
Ne garip bir dünyada yaşıyoruz
Sözde herkes çok akıllı
Akıllıların en akıllısıyım diyen Müslüman dahi heykelden putlar yasasının emrinde
Örtüye kafa tutan cahiliye altı okunun güdümünde
Kıyafeti Allah emrini takmaz
Aklını koyacak yer bulamaz uydurma yasasına ve putuna söz söyleyeni yasaklar ve korkularla aba altından sopalarla oyalar
Kadının örtüsüne takar
Şeriatın ayetine kafa tutar
Ne garip bir dünya hatta Müslüman bir ülkedeyiz
Sahi Müslümanligimizi kuranla tartsak kaç gram eder imanimizin samimiyeti
Sahi aklı veren Allaha itaat etmemek yasasına laiklikle kafa tutmak aklımızın miktarını terazi kefesinde batıla çeker de hakka es geçer
Ne garip bir dünya
Ne garip bir Müslüman ülke
Sahi islam nerede samimiyetle ve mumince kitabına göre yaraşır başlar tacı
La ilahe illallah Muhammeden Resulullah
İnşaallah hakça ve mumince islamca samimi yaşanacak nesillere ve yarınlara
Deneme türünde bir kitap olan Yaşadığımız Günler çeşitli bölümlerden oluşarak birçok konuyu içinde barındırıyor. Ağırlık olarak kapitalizmden bahsediyor. Kadın üzerinde duruluyor. Çocuk anneler, feminizm, intihar gibi konulara değinmiş. Yazarın katıldığım yönleri olduğu gibi katılmadığım düşünceleride vardı.
Günümüz dünyasının insanlarından, ruh
"Hangi şehrindeyiz bu korkulu şiirlerin
Hangi zamanındayız ölümün bilir misin
Erik dallarında kalmış baharı isityorum ben
Tozu dumana katmış sevdalar düşlerimde ki gerçek
Sararmış danteller örtülü bir gece yarısı yanlızlığı değil
Elime ayağıma keşkelerden pranga vuran
Ya da kalbi sökülmüş yerinden putlar değil
Dünlere mahkum eden beni..
Son bakışı belki güneşin teslim ederken ruhunu geceye
Son gülüşü mavinin karanlığı kefen diye biçerken..
Çöl ayazı soğuklarda üşümez benim ellerim
İçinde Sen olmayan her an celladıdir ömrümün
Yine birikmiş hüzünler bağ bozumu türkülerde
İnim inim inlerken, ve ağlarken şarkılar
Hal bilmez suskunluklarima...
Bir ağaç gölgesinde soluklanır her sabah ümitlerim
Onlar mi deli divane
Ben mi şairim aşkına ateşin
Sormam sorular artık..
Bir harf bile olsa yeter sonsuzluğuna
Bir Elif miktarı nefeslik cevaptır beklediğim..."
Bugünün teknik dünyasında yaşayan insan, ölümü başka, hayatı başka bir düzlemde algılıyor.
Bu algılayış, onun içindeki yok olma, mahvolma hususundaki insana yaraşmayan duyguyu kökleştiriyor.
Endişesinin, tedirginliğinin kaynağı buradan sökün ediyor.