Devletin ruh ve zihniyeti bütünüyle bizim kendi
mâzimizden alınacaktır. Ancak böylelikle büyük devlet olacağız.
Garbı taklitte ne kadar ilerlersek o kadar batağa saplanır ve daima
küçülürüz. Bütün kımıldanışlar boşuna; bunsuz inkılâplar bizi budamaktan başka şeye yaramıyacaktır.
Ancak
Kur’ân’daki sonsuzluğu görmeyen, ummandaki benliğini tanımayan şaşkın hasta, şefini nerede bulsun? Ağlarsa da inlerse de haklıdır. Yokluk onun kendindedir. İradesini felce uğratan kendindeki zehirdir. Şefleri büyük sürünün önünde değil, herbirimizin iradesinin
ta içinde arayalım. Şefimiz aşkımızdır. Onu kalbimizde alkışlayalım. Bütün bir ömür dövülen kalp, en büyük ve cesur önderdir.
ilk yıkım Servet-i Fünûn’un temsil ettiği cılız, cesaretsiz,
imansız ve bitik bir gençliği hayata çıkardı. Mâi ve Siyah romanındaki Ahmet Cemil’in hasta varlığı, bir iman buhranının kurbanıdır.
Onda artık ne Bedr’in aslanlarından, ne de Alpaslan’ın âleme rahmet taşıran ruhundan bir damla kalmıştır. Bu nesil, kendini inkâr
ederek Batı’ya çevrilmek isterken, materyalizmin ve pozitivizmin
çorak zemininde kendi kurbanlarını verdi.
İlk İslâm dünyasının yaşattığı gençlik, insanlığa hayır ve hizmet yarışında iken Cengiz ve Moğol gençlerinin, kestikleri kafalardan kule yapmak hususunda yarıştıklarını görüyoruz.
Batı, gençliğini geçen asırda romantizm içinde yaşadı. Hayatın her sahasında, sanatta olduğu kadar siyasette, hukukta, dinde ve
ahlâkta kendini gösteren romantizm hareketi, Batı’nın gençliği idi.
O gençliğe ihtiyar küremiz her zaman hayrandır. Batı’nın Beethoven, Goethe, Lamartine ve Hugo gibi hiç ölmeyecek çocukları, ruh
dünyasında ebedî gençlik aşısı yaptılar; yeryüzüne ümit, aşk ve
iman ışıklarını serptiler
Sokrates "her nereye gidersen git kusurların seninle birlikte gelecek" der ve Seneca ekler "sizi rahatsız eden şeylerden gerçekten kaçmak istiyorsanız ihtiyacınız olan şey farklı bir yerde olmak değil, farklı bir insan olmaktır" diye.