Yüreğimizde hâlâ yaşayan çocuğun söylediklerine kulak verelim. Onun varlığından utanç duymayalım. Yapayalnız bıraktığımız ve onu neredeyse hiç dinlemediğimiz için korkuya kapılmasına izin vermeyelim.
Varlığımızın dizginlerini biraz olsun onun eline verelim. O çocuk, her günün bir sonraki günden farklı olduğunu bilir.
Yeniden sevildiğini hissettirecek biçimde davranalım ona.Onu hoşnut edelim - bu, alışık olmadığımız biçimde davranmak anlamına gelse de başkalarının gözüne saçmalık gibi görünse de.
Tanrı, güneşi her gün doğurarak, bizi mutsuz kılan her şeyi değiştirmemiz için zaman tanıyor bize.
Kendini tehlikeye atmaktan korkan kişiye ne yazık!
Çünkü o kişi belki de hiç düş kırıklığına uğramayacak ve peşinden koşacak bir düşü olanlar kadar acı çekmeyecek. Ama dönüp de arkaya baktığında (çünkü her zaman dönüp de arkamıza bakarız), yüreğinden şu sözlerin döküldüğünü duyacak: “Tanrının yaşadığın her güne ektiği mucize tohumlarını ne yaptın? Yaradanın sana bağışladığı yetenekleri ne yaptın? Hepsini bir çukura gömdün, çünkü onları yitirmekten korkuyordun. İşte, şimdi elinde kalan:Yaşamını yitirmiş olmanın kesinliği.”
“Aşktan daha derin hiçbir şey yoktur. Çocuk masallarında, prensesler kurbağalara öpücük verir ve kurbağalar sevimli prenslere dönüşür. Gerçek yaşamdaysa, prensesler prensleri öper ve prensler kurbağaya dönüşür."
İçimizde yaşamayı sürdüren çocuğa kulak vermeliyiz. O çocuk, büyülü anın hangi an olduğunu bilir. Onun gözyaşlarını kolayca bastırabiliriz, ama sesini boğamayız.
“Canımıza türlü biçimlerde kıyabiliriz..
Bedenlerini öldürmek isteyenler; Tanrı'nın
Yasasını çiğnerler. Ruhlarını öldürmek isteyenler de aynı şeyi yaparlar. Onların işledikleri günahı,
İnsanlar açık seçik göremezler..”