Paulo Coelho'nun kitaplarını genel olarak merak ederim; çünkü onun yazdıkları genellikle derin anlamlar, mistik temalar ve hayat üzerine felsefi sorgulamalarla doludur. Ama itiraf etmeliyim ki Piedra Irmağı'nın Kıyısında Oturdum, Ağladım beni beklediğim gibi sarmadı, hatta zaman zaman okumakta zorlandım.
Kitaba başlarken, duygusal bir yolculuk, geçmişle hesaplaşma ve ruhsal bir arayış bekliyordum. Ama ilerledikçe hikâye beni içine çekmek yerine daha da uzaklaştırdı. Yazarın dini ve mistik göndermeleri, karakterlerin iç dünyası üzerine yaptığı uzun çözümlemeler bir noktadan sonra yorucu hale geldi. Anlatılanlar derin ama anlatım sanki içsel bir şiirsellik taşısın diye fazlasıyla süslenmiş gibiydi. Bu da hikâyenin doğal akışını bozuyordu benim için.
Ana karakter Pilar'ın yaşadığı iç çatışmalar, aşkla inanç arasında sıkışmış hali elbette anlaşılır; ama onu okurken ne yazık ki bir bağ kuramadım. Duygularının samimiyetine ikna olamadım belki de. Bazı satırları tekrar tekrar okuyup anlamaya çalıştım ama sonuç değişmedi: Bu kitap bana göre değildi.
Coelho'nun okuyucuyla kurduğu ruhsal bağ, Simyacı gibi bazı kitaplarında çok güçlüdür. Ancak bu romanda o bağ kurulmamış gibi hissettim. Kitap, bana hayatı sorgulatmak yerine, bitmesini beklediğim bir yolculuğa dönüştü.
Sonuç olarak, evet, belki bazı okuyucular için çok özel bir kitap olabilir, ama benim için beklentimin çok altında kaldı. Her kitap herkese hitap etmek zorunda değil elbette. Ama bazen doğru kitap, yanlış zamanda da okunmuş olabilir. Belki de bu kitabın zamanı benim için hiç gelmeyecek.