Zihin hoşuna gitmeyen bir şey yaşadığında şiddetle bu rahatsızlıktan kurtulmak, hoşuna giden bir şey yaşadığında da zevkin kalıcı olmasını ve yoğunlaşmasını ister, bu yüzden hep doyumsuz ve huzursuzdur.
Diğer dinler gibi komünizmin de kendi kutsal metinleri ve kitapları vardı. Örneğin Marx'ın yazdığı ve tarihin yakın bir zamanda proletaryanın kaçınılmaz zaferiyle sonuçlanacağını ileri süren Das Kapital. Komünizmin Bir Mayıs İşçi Bayramı ve Ekim Devrimi'nin yıldönümü gibi kutlamaları ve bayramları vardı. Marksist diyalektik uzmanı ilahiyatçıları ve her Sovyet ordusunun komiser adı verilen, askerlerin ve subayların bağlılığını denetleyen görevlileri de vardı. Komünizmin de şehitleri, kutsal savaşları, ayrıca Troçkizm gibi sapkın akımları vardı; Sovyet Komünizmi fanatik ve tebliğci bir dindi, inançlı bir komünist Müslüman veya Budist olamazdı, ve gerekirse hayatı pahasına, Marx ve Lenin'in öğretisini yayması beklenirdi.
Tarihteki savaşların ve devrimlerin çoğu gıda kıtlğından kaynaklanmamıştır. Fransız Devrimi'nin öncüleri aç çiftçiler değil, zengin avukatlardı. Roma Cumhuriyeti gücünün doruğuna MS 1. yüzyılda ulaşmıştı, tam da tüm Akdeniz'den gelen hazineler Romalıları atalarının hayal bile edemeyeceği kadar zenginleştirmişken. Roma siyasi sistemini tam da bu en güçlü olduğu dönemde, bir dizi içsavaş çökertti. Yugoslavya'nın 1991'deki kaynakları tüm vatandaşlarını beslemek için yeter de artardı, ancak ülke bölündü ve kan gövdeyi götürdü.
Tarihin en kesin yasalarından biri de şudur: Lüksler zamanla ihtiyaç haline gelir ve yeni zorunluluklar ortaya çıkarır. İnsanlar belli bir lükse alıştıklarında bir süre sonra onu kanıksarlar. Onu yaşamlarında hep bulundururlar ve bir süre sonra onsuz yaşayamaz hale gelirler.
Atalarımızın doğayla uyum içinde yaşadığını
iddia eden doğaseverlere inanmayın. Sanayi Devrimi'nden çok önce, Homo sapiens en çok bitki ve hayvan çeşidini ortadan kaldıran tür olma rekorunu elinde tutuyordu. Biyoloji tarihindeki en ölümcül tür olmak gibi şaibeli bir özelliğimiz var.
"Mutlaka savunulması gereken şeyler vardır. Ancak ölümden sonra bırakılır şeyler... Eliniz ayağınız tutarken hangi nedenle olursa olsun onları yere çaldınız mı, gerisinin hiçbir değeri kalmaz. Şöyle olmuş, böyle olmuş... Kırılmış ya da kırılmamış... Birisi alıp gitmiş... Ya da hiç kimse alıp götürmeye layık görmediğinden gene size kalmış... Hiç kimse... Çiğnemeye tenezzül etmediğinden... Nasıl eğilip yeniden alırsınız? Alsanız n'olur? Neye yarar? Nereye koyarsınız? Nasıl bakarsınız yüzüne... Nasıl bakabilirsiniz..."
Ölümden sonra ‘bir gölge’ olarak bile geleceğe kalmak umutları nasıl biter, kesinlikle unutulmak, ‘Bu da kim? Ne işi var bizde?’ sorularıyla süprüntüye atılıvermek ne korkunç bir kaderdir...
“İnsanoğlu hep gerçeği aradığıyla övünür. Gerçekten yana olduğunu ileri sürüp böbürlenir. Öyleyken, hepimiz hiç ara vermeden yanlışlıklar yaparız. Hem de gerçeğe çok benzeyen yanlışlıklar…