“..Ayrıca gecenin çöküşünü ciddi salon sohbetleriyle karşılayan aileler da var. Bir de o saatlerde yüzlerine sinen acının halesiyle ölülerini anan aileler var. Kimse oyun oynamaz, kimsenin çıtı çıkmaz: büyükler kimsenin okuyamayacağı mektuplar yazar, çocuklar kimsenin cevaplayamayacağı sorular sorar..”
“Uyuyan Daniela’ya bakıyor ve kendisini düşünüyor, sekiz yaşında, uyurken. Bu içgüdüsel birşey: bir kör görünce kendisini kör olarak hayal ediyor, iyi bir şiir okuyunca da kendini o şiiri yazarken ya da kelimelerdeki karanlık seslerin üzerine basa basa, yüksek sesle boşluğa okurken hayal ediyor. Julian sadece görüntülerle ilgileniyor, onları kaydediyor, sonra da unutuyor. Belki de öteden beri kendini görüntüleri takip etmekle sınırladı: karar almadı ne kaybetti ne de kazandı, sadece belli görüntülerin benliğini sürüklemesine izin verdi ve onları takip etti, korkmadan ya da cesurca davranmadan onlara yaklaşana ya da onları söndüre dek..”
İnsan, felaketleri,ölümleri,yıkımları uysallaştırmanın, gündelik hayatın dar duvarları arasına sıkıştırmanın bir yolunu hep bulur ama bu gene de onu kurtarmaz.
Çünkü o dönemin en acı verici yanı,felaket denilebilecek bir şeyin yaşanmamasıydı. Her şey yanlış,çirkin,mutsuz ediciydi; bunlarla alay ediyorduk, ama ortada felaket falan yoktu, bir şeyi ya da bir insanı değiştirecek olaylar yaşanmamıştı.