Hep aynıydı. Kimi zaman ufacık bir umut ışıltısı belirir gibi oluyor, kimi zaman da bir umutsuzluk denizi kudurmaya başlıyordu, ama hep aynıydı: Aynı acı, aynı keder, aynı iç sıkıntısı... Tek başına kalmak dayanılır gibi değildi.
Ama vazife, büyük olanı hissetmek, güzel olanı candan sevmektir; yoksa toplumun sırtımıza yüklediği bayağılıkları ile birlikte bütün görenekleri kabullenmek değildir.
Saadete rast gelinir bir gün, ansızın, tam ümitsizliğe düşüldüğü bir günde. O zaman ufuklar aralanır, sanki, "İşte o!" diyen bir sestir bu. O kimseye içinizi dökmek, her şeyinizi vermek, her şeyinizi feda etmek ihtiyacını duyarsınız!
Evet, birçok şeylerden mahrum kaldım; hep yapyalnız. Ah, hayatta bir gayem olsaydı, bir sevgiye rast gelseydim, birini bulsaydım... O zaman içimdeki bütün enerjiyi harcar, her şeyi alt eder, her şeyi silip süpürürdüm!
Hani bir daha geri gelmeyecek şeylere hülyamızın bir kapılması vardır, hani her olup bitmiş işten sonra bizi saran bir yorgunluk, alıştığımız her hareketin durmasından, devamlı bir titreşimin kesilivermesinden doğan bir ıstırap vardır, o gün Emma işte o hâle uğramıştı.