Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Kûlîlk xânîm

Kûlîlk xânîm
@rrengin
50 okur puanı
Temmuz 2021 tarihinde katıldı
" En büyük zulüm saygısızlıktır insanın onurunu ve kişiliğini tanımamaktır.Dersim kendisine silah Kılıç çekenlere geçit vermedi ama kimseye de saldırmadık..
Reklam
"Ero Kazım,Biz kendi halimizdeydik; biraz mal,davar, öküz,biraz da buğday, arpa, kendi yağımızda kavrulup gelmişiz taa çok eski asırlardan beri.bizden ne istiyorlardı Peki? bizim gibi fakir, zararsız daha ve orman çocuklarının koskocaman dünyaya diş diş bileyen Osmanlı'ya ne zararımız dokunurdu ki?
Türk ordusu binlerce askerle, top, tüfek ve bombardıman uçaklarıyla kan deryasına çevirmişti Dêrsim'i. Tarihin en feci yarasını yaşıyordu Dêrsim. Aileler dağılmıştı, çocuklar yetim ve öksüz kalmıştı. Sürgün, talan ve yangındı Dêrsim. Çayırlar yeşilliğini, dağlar kekik kokusunu, gökyüzü maviliğini yitirmişti. Gulê ve İbrahim de bu kıyımda büyük bir travma yaşadılar. Kıyım sonrası zorunlu askerlik, zorunlu vergiler getiren ve okullar, camiler, garnizonlar, valilik, kaymakamlık kurumları bina eden devlet, "Tunç eliyle" ağır bir yumruk darbesi vurduğu Dêrsim'i "Tunceli" yapmıştı!

Okur Takip Önerileri

Tümünü Gör
Bir anne iki koluyla sımsıkı sarmıştı bebeğini. Bebeğin gözleri merakla açılmıştı. Bir masalın sonunu bekliyordu sanki. Az sonra doğacak güneşi öpecekmiş gibi bakıyordu ufuğa yaşlı bir kadın. Başı beyaz bir taşın üzerine, sağ yanağına yaslanmıştı. Alnının çatısından akan siyah bir kan pıhtısı kirpiklerine süzülüp kalmıştı.
"Xezebo... Xezebo... Ma vesnayme çêvesayî... Söyle Beyaz Dağ, gözlerin bunca yası neden kuşanmış? Neden böyle içli, hüzünlü kirpik uçların? Neden damla damla akıyorsun yamaçlarına? Hangi karanlık eller kıydı yıldızlarına? Kimler kanattı kır çiçeklerini? Sanki ağlarken dahi güzeldin, ne oldu sana böyle? Nergisleri doğururken ne de mutluydun. Sana sığınanlara kol kanat olamamanın yası mıdır suskunluğun? Ey masum sevdaların yuvası, ey eşsiz acıların tanığı, ne olur boynunu böyle büküp bakma bana. Ciğerimi parçalama, ne olur hıçkırıklarını gizleme benden. Kaç bebeğin taze kanıyla sulandı berfinlerin. Şimdi bu tarifsiz yaralarını kim saracak? Söyle Beyaz Dağ, kim acına ortak olacak? Kim gözyaşlarını silecek, kim? Ey Beyaz Dağ! Bak şu çıldırmış rüzgârla esen kan, et ve kemik kokusuna. Şu delirmiş kara kara akan bulutlara ve dilsiz uçurumlara. Öyle sessiz sessiz ağlama benim gibi, ses ver bana, el ver acılarıma..." Daha fazla sürdüremedi ağıdı, yalnızca "Xezebo... Xezebo" diye diye boğazı kurudu, tıkanıp kaldı, durdu...
Reklam
Beyaz Dağ doruklarında kara bir bulut tir tir titriyordu. Kan kızılı erken bir haziran inmişti dağın yamaçlarına. Kan revan içindeki Beyaz Dağ'a gözyaşı döküyordu matemli bir serçe. Gözleri insan organının saçıldığı çalılıklara, küçük çayır otlarına ve sellerin açtığı derelere kilitlenmişti. Donup kalan sarkıt bir buzul gibiydi Gulê. Bir ağıt tuturmuştu, taa ciğerlerinden sökülüp gelen.
"Aynı mavi göğün altındayız/Aynı güneş ısıtıyor bizi/Geceleri aynı Ay/Niye öldürüyorsunuz bizi? "
Kafilenin etrafını etten duvar gibi örmüşlerdi adeta. Siperlerdeki askerlerin kafileyi hedeflemesi için topluluğun çevresindeki askerler de hızla çekilince, mitralyözler, yüzlerce silah alev alıp yandı. Adeta ateş püskürüyor ve Beyaz Dağ'a ölüm yağdırıyordu namlular. Silahlar ardı ardına patladıkça kalabalık ölüm dalgalanmasıyla sağa sola savruluyor, can çekişiyordu. Meydan insan haykırışıyla ve ecel çığlıklarıyla inliyordu. Keskin bir tırpanın taptaze çayırları yerlere sermesi gibi, canlar birer birer birbirinin üzerine yığılıyor, kanlar içinde toprağı kucaklıyordu insanlar. Askerler, haykırış ve feryatların dindiğini görünce, komutanın emrini bekledikler. Az sonra zafer naralı bir tonda komutanın sesi yükseldi: "Süngü tak!" Süngüler parladı, ay ışığında. Sonra zalimin borazanı, "Hallah, hallah!" diye haykırmaya başladı. Sağ, yaralı, ölü bakmadan üşüştüler birer birer, canlı cansız yerlere serilmiş bedenlere. O gece ay, kır çiçekleri, nazlı keklikler, yavru ceylanlar ve Beyaz Dağ küstü gölgesine. Kanlı bir karanlık sarmıştı Beyaz Dağ'ı...
Genç kızlar, gelinler, kadınlar yaşadıkları ve duy. dukları tecavüz olaylarından dolayı, askerlerle karşılaştıklarında çığlık çığlığa kendilerini uçurumlara ve yüksek kayalıklardan Munzur Suyu'nun kurtuluşu zor, ölümcül dalgalarına bırakıyorlardı. Babalar, eşlerini, çocuklarını arıyordu dere boylarında, erişilmez vadi ve uçurum kıyılarında. Kaybolmuş çocukların acı çığlıkları yükseliyordu, zifiri orman kuytuluklarında. Son nefesini veren yaşlı insanlar sitem ediyordu duymayan, görmeyen dünyaya ve onlara reva görülenlere...
Dönüp geniş bir halka şeklinde çardakta oturan topluluğun gözlerine baktı tek tek. Kimisi çaresiz. Kimi ölgün bir ışık gibi. Kimi kavgaya atılmaya hazır. Kimisi uçmaya hazır ama yaralı bir kuş. Kiminin belirsizlik ve tedirginlikle seyiriyordu göz kapakları. Kimi intikam figanıydı. Kimisi Dêrsim'in başa buyruk asiliğini kuşanmıştı...
Reklam
Sey Rıza ve Dêrsim'e üzülmüyor musunuz? İşte budur katlimize ferman. Toprağını sevmektir ölüm sebebiniz," dedi.
Toprağı bir kaplıca gibi alttan ısıtan cemre, mart ayından mayısa kadar karları eritir, bahar kır çiçekleriyle yüzeye fışkırırdı. Mayıs ve haziran aylarında dağlar ve köyler eriyen karlarla, yağmur sularıyla ve sellerle yıkanıp arınarak bir menekşe tazeliğinde kendini yeniden doğururdu. Ama bu bahar, ölümcül rüzgârlar taşıyordu Dêrsim'e.
Beyaz Dağ'da, zemheride titreyen berfinler¹³ bahar güneşiyle uyanmış, dağ eteklerine ve köye kadar mis gibi bir koku salıyordu. Eriyen kar suları ve yağan yağmur küçük dereler oluşturuyordu, tarla, mera ve çayırların can damarlarına akıyordu.
Kutsal diyara sîp'nin kayalıklarında yolunu yitirmiş bir baykuş acı acı ötüyordu.
Dêrsim'de yüce dağ dorukları, uçurum başları birer ziyaret, birer seyirliktir. Taşlarla nişan konan zirvelerin her birinin bir efsanesi anlatılır. Geçilmesi en zor patikaların kesiştiği yol çatallarına da aynı saygınlık gösterilir. Bu mukaddes ziyaretlerde, iyilik, mutluluk, sağlık duaları edilir, teselli aranır.
119 öğeden 16 ile 30 arasındakiler gösteriliyor.