- Her bir kendi yönünden aklî kıyas ve bu çerçevedeki müşahhas verilerle "bütün vazeden" yahud "ihtimal" seviyesinde kalan veya ihtimali bütüne tatbik gibi güya "bütünlük vadeden" felsefî ve ilmi görüşler, her şeyden önce insanın düşünme faaliyetiyle -hareket içinde hareketle gelişen insan düşüncesiyle-, yâni hiç bir zaman MUTLAK'I bilemeyeceğine nazaran, bu çerçevedeki hakikatleri kendisine nisbet edebileceği, DOĞRULAYICI OLABİLECEKLERİ GEREKLİ OLAN, yâni MUTLAK FİKİR'den yoksun bulunmaları yönünden, Kâinat ve insan ve ilişkileri hususunda peşinen malûldürler. "Mutlak budur!" diye gösterilebilecek bir fikir söz konusu olmadı mı, onu mücerret bir MUTLAK diye alıp, yokluktan görünüşe çıkma şeklinde maddenin en kâmil parçası olan kendinde-insanda sözcülük kabulü, bahsettiğim malullüğü gidermez, gidermemiştir de. En gerçekçi geçinen ve temas ettiğim hususları da güya göz önünde tutanları, -ki, onlar da birbirini çelen çeşitlilik içindedirler!-, ilimde ve fikirde parça parça toplanacak hakikatlerin ışığında, gittikçe "asıl olan"ın bulunacağı ZANNI içindedirler; işin aslına nisbetle, semirmeyi ilim sanma, kemmiyet kalabalığından keyfiyet doğruluğunu umma... Oysa, idrakın, ilmin ortasına yerleşmiş VEHİM niteliği, onun sayısız ihtimâl karşısında bulunduğunu, herkesin hakikatinin kendisi için geçerli olmak üzere, bir doğruya mukabil, sayısız yanlış çizgi bulunuşunu gösterir...