Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
KÂİNATIN GÖRDÜĞÜ İNSAN...
Âlemde insan; Kâinat'ın ortasında insan... Bildiren çevre olmadan bilemeyeceğimiz gerçeği çerçevesinde, bu hakikatin temelinde, bizzat Kâinat'ı kabul etmek... Budistler'in söylediği şu söz: -" Gerçek dünya olmadan şuur olamaz, - Şuur olmadan da gerçek dünya. - Nesnesiz fail, - Failsiz de nesne nasıl olur?" Bir fizik profesörü, Kâinat'ın mahiyeti ve ortaya çıkışının muhtemel şekilleriyle ilgili tartışma sürecinde, KÂİNAT'I KENDİSİNİ GÖZLEYEN BÜYÜK BİR GÖZ ŞEKLİNDE ÇİZMİŞTİR. Bu sözkonusu fizikçiye göre, "kendini İMÂ eden, kendini işaret" tarafından vücuda getirilen "kendisinden hareketli, uyarımlı" bir sistemdir; ve daha ziyâde, "kendimi görmek istiyorum, öyleyse varım!" örneğine benzer.
Sayfa 413 - İBDA YayınlarıKitabı okudu
KÂİNAT ve...
-( Gerçek, sadece daha derin bir gerçekliği örter. Dolayısıyla Kâinat, kendisinde daha derin bir gerçekliğin ifâdesidir.) -( Kâinat'ın bütün tanecikleri nihayette birbirinden ayrılamaz; bundan dolayı, müşahid, müşahede ettiği şeyden ibarettir. Öyleyse insan, Kâinat'tan başka bir şey değildir.) -( Kâinat, kendini gözlemek - müşahede etmek için, kendisini "gözleyen" ve "gözlenen" şeklinde ayırmalıdır. Bu bize, Kâinat'ın kendisini bölmesi ve vücuda gelmesinin temel sebebini açıklar. Kendisini yaratmadaki temel saik, belki de kendisini algılama-idrak isteğidir. Fakat kendisini parçalara ayırarak, kısmen kendisini nefyeder ve böylece kendisinden kısmen ayrılır.)
Sayfa 413 - İBDA YayınlarıKitabı okudu
Reklam
BUDİZM ve insan-kâinat ilişkisi...
- Herşey kendi mertebesinde canlı ve kendine mahsus bir şuur-idrak-irade belirtir; bu mesele, modern fiziğinde doğruladığı bir hakikattir. Ne var ki, Budizm ve benzeri görüşlerden, Batı felsefesi ve fiziği kadar, nitelemeleri farklı da olsa, temelde aynı çeşniler halinde mesele "kâinat'ın yarattığı insan" ve insanın beden ve şuuruyla onun parçası olması, yahud onun en kâmil parçası olması, onun adeta sözcüsü veya kâinat'ın idrak sahibi oluşunun kendinde tecellisi hâlinde onun bizzat şuuru olması gibi, her biri yarıdan başlayan ve yarım bırakılan, anlayışları göstermektedir. Gözleri bağlı olarak, hiç tanımadığı bir hayvanın, meselâ meşhur misâl "filin bacağına bakarak onu niteleme" gibi hüküm çıkarmalar, temas tasviri içinde doğru şeyler söyleseler de, hükümde, yahud hükümde doğru olsalar da "bütünü gören-idrak eden"e nazaran onu bütün saymak veya daha bütün hükmünde yanlış nitelenmiş "ister istemez kayıtlı" bir hüküm olarak kalmak durumuna düşerler. Öyle de olmuştur, olmaktadır.
Sayfa 414 - İBDA YayınlarıKitabı okudu
MUTLAK FİKİR
- Her bir kendi yönünden aklî kıyas ve bu çerçevedeki müşahhas verilerle "bütün vazeden" yahud "ihtimal" seviyesinde kalan veya ihtimali bütüne tatbik gibi güya "bütünlük vadeden" felsefî ve ilmi görüşler, her şeyden önce insanın düşünme faaliyetiyle -hareket içinde hareketle gelişen insan düşüncesiyle-, yâni hiç bir zaman MUTLAK'I bilemeyeceğine nazaran, bu çerçevedeki hakikatleri kendisine nisbet edebileceği, DOĞRULAYICI OLABİLECEKLERİ GEREKLİ OLAN, yâni MUTLAK FİKİR'den yoksun bulunmaları yönünden, Kâinat ve insan ve ilişkileri hususunda peşinen malûldürler. "Mutlak budur!" diye gösterilebilecek bir fikir söz konusu olmadı mı, onu mücerret bir MUTLAK diye alıp, yokluktan görünüşe çıkma şeklinde maddenin en kâmil parçası olan kendinde-insanda sözcülük kabulü, bahsettiğim malullüğü gidermez, gidermemiştir de. En gerçekçi geçinen ve temas ettiğim hususları da güya göz önünde tutanları, -ki, onlar da birbirini çelen çeşitlilik içindedirler!-, ilimde ve fikirde parça parça toplanacak hakikatlerin ışığında, gittikçe "asıl olan"ın bulunacağı ZANNI içindedirler; işin aslına nisbetle, semirmeyi ilim sanma, kemmiyet kalabalığından keyfiyet doğruluğunu umma... Oysa, idrakın, ilmin ortasına yerleşmiş VEHİM niteliği, onun sayısız ihtimâl karşısında bulunduğunu, herkesin hakikatinin kendisi için geçerli olmak üzere, bir doğruya mukabil, sayısız yanlış çizgi bulunuşunu gösterir...
Sayfa 415 - İBDA YayınlarıKitabı okudu
MÜMKÜNLÜK, MUTLAKLIĞA zıddır!..
Mümkünlük, ister varlık ve isterse bilgi olsun Mutlaklığa zıddır. Ne bakımdan? Mümkün olma vasfı bakımından. Bir varlık ve bilginin, mümkün olma özellikleriyle görünmesi, kendisinin de mümkün olmasını gerektirmez. Bu ifâde, İSLÂM dışı bir takım fikirlerle müştereklik ifâde ediyor gözükse de, yukarıda yaptığımız izâhlar çerçevesinde, sadece İSLÂM'a âit oluşu anlaşılır. Ne VARLIK, ne de BİLGİ meselesi bakımından, (Ontoloji-Epistemoloji), bir takım kısmî rastlaşmalar olsa da, üst norm-üst diyalektik-üst anlayışta, bu rastlaşmaların niteliği sadece lâfzîlikte kalır...
Sayfa 416Kitabı okudu
Bilgi-idrak-irade...
-Beş duyu verisinden gelen bilgileri terk ede ede, (daha derin gerçeğe vara vara), "Bilgi: Varlık" düşüncesinde " aydınlanmanın kendi olan insan" kendi hedef gayesi ve "hakikat budur!" ölçüsü bakımından tutarlıdır. Kâinat'ın (büyük Varlık) algı ve idraki, geride kalan basamakların terki ile, BİLGİ'ye inkılap etmiş ve böylece, BİLGİ VARLIK'ın kendi olmuştur; BÜYÜK GÖZ'e (idrake) ZÂT aramaya lüzum kalmamıştır. Bu anlayışta "insan mutlak olmuştur" da denemez; çünkü o, hâlâ bilgi tekamülünde devamdadır, mümkün bir bilgi Varlık'ı göstermektedir. Sahibi samimi ise, artık zât (varlık) problemiyle ilgilenilmeyecek bir çaresizlik belirten bu düşünce, samimi olmayan için de bir açıkgözlük-hile (sahte tennazür penceresi açma, sahte uygunluk) demektir. BİLGİ-İDRAK-İRADE, bunların sahibi Zât zaruretini doğuruyor; zât yerine kâinat'ı koyup, onunda bilgi-idrak-iradeye döndüğü yerde? İşte tam yeri: "Nur Allah'tır denemez; o Allah'ındır, Allah'tandır!"... Bilgi, idrak ve irademiz de!
Sayfa 416Kitabı okudu
Reklam
LOGOS-DİL-LİSAN...kâinat.
- Her insanın birbirini iptal edici ve mihraksız bir tümevarım içinde karanlığında kaybolduğu mücerret (havada) bir MUTLAK FİKİR değil de, bütün zıtlıkların kendisinde eridiği bir NUR'a, MUTLAK VARLIK'ın, herkese hakikatinin ne olduğunu gösterici MUTLAK FİKRİ'ne ihtiyaç var. ANAFOR isimli şiir kitabımda (1982) şöyle diyorum: "Ben doğunca var oldu Sağı solu ortası Ben ölünce kıyamet sonsuzluk haritası!" Gerçek ve gerçeklik insan doğunca başlar; ruhun kâinat'ı idrak ve şuuru da, beden-nefs vasıtasıyla. Bir kâinat'a-dünya'ya geliyoruz, bir "maddî kuşatan"ın içindeyiz, çeşitli varlıkları olan bir tabiattayız, bir türün-insanlığın içindeyiz, bir topluma ve aileye dahiliz, bir kültür çevresine ve toplum kurumlarına muhatabız. DİL olmadan düşünce olmaz; bunu da hazır olarak buluyoruz. BİLDİREN çevre olmasa, BİLGİ olmazdı; BİLGİ'nin çevresi olarak, dünyaya geldikten sonraki durumumuz hakkında söylediklerimiz, ruh ve ruhî bilgiyi onlara irca edilebilirmiş gibi gösterebilse bile, mesele ilk insana doğru düşünülmeye başlanınca, bizzat DİL_LİSAN idrakı ve DİL'in nasıl doğduğu hususu, insanın yaratılış probleminden ayrılamaz bir muamma olarak karşımıza çıkar. Logos: Kelâm, söz, kâinat nizâmı. Kelâm, hem kendi bir âlemdir, hem Kâinat kendi nefsiyle bir kelâmdır, hem Kâinat kelimeye tercüme ettirilmiştir, hem de bizzat Kâinat "varlık: bilgi" olarak lisandır...
Sayfa 417 - İBDA YayınlarıKitabı okudu
OL-OLAN-OLUŞAN...
-İnsan, Allah'ın OL emri karşısında, OLAN ve OLUŞAN bir varlıktır. Bâtını , Allah'ın suretinden, O'nun "her ân bir şe'nde-işte" olması bakımından bunu da kabule istidatlı, dolayısıyla ŞUUR'unun , hem aklî hem ruhî yönüyle, her ikisi nefsinde imtizaç etmiş bir varlık... Bu tarif, insanın aslını astarını, dolayısıyla BİLGİ ve BİLGİLENME, hâliyle DİL bahsinin menşeini kavrar. MENŞEİ açıklanamayan DİL-BİLGİ ve BİLGİLENME, hem de neticeden sebebe, yâni hazır bulduğumuz çevreden başlayarak izâha kavuşturulamıyorsa? Öyle ya, Zât'ı olmayan bir İLİM, Zâtı olmayan bir DİL'dir. bilgiyi Kâinat'a münhasır kılmak, neticede Kâinat ve Bilgi'nin aynı oluşu dalayışıyla, İLM'in kendisinin ZÂT bilinmesidir.
Sayfa 417 - İBDA YayınlarıKitabı okudu
"İnsan, Allah
- Sadece Hikemiyat ve felsefe yönünden değil, fizik ve buna dahil ilimlerin de kabul ettiği bir hakikat vardır ki, VARLIk ve İLİM, yâni VARLIK ile onu açıklayan DİL, Kâinat çerçevesi içinde kalınca, Kâinat varlığı da yeterince izah edilememektedir. FİZİK'te söz konusu edilen FİZİK ve DİL'in aynı olup olmaması, genel olarak dilin yetersizliği hükmü, bildik kelime yetersizliği hükmü, bildik kelime yetersizliği bakımından değil de, müntehasında maddenin mânâya aidiyeti yönünden görünmektedir. Demek ki, ŞUUR'un RUH kanadı, İNSAN'ın Kâinat'a aid yönünden değil, Allah'tan gelen bilgiye muhatap. (RUH sözünden hoşlanmayanlar, tabiî ki MÂNÂ sözünden, bunların yerine AKLÎ olmayan kelimeler kullanabilirler; ZÂT hakikatinin gereğini de göz önünde tutarak ve MUTLAK'ı ifâde dedr şekilde, ZAMAN DIŞI niyetiyle.)
Sayfa 418 - İBDA YayınlarıKitabı okudu
"Kâinat bir üretilendir!"
Terk, terk, terk ve nihayetinde BİLGİ ve VARLIK'ın ayniyetini kabul; böyle bir durumda İNSAN, Kâinat'ın bir parçası değil de, Kâinat'ın kendisi olmaktadır. TERK, bunun için bir zarurettir. Fakat burada da, başka bir mesele doğmakta: MUTLAK mümkünün zıddı olmakla beraber, MÜMKÜN'ün terki, MUTLAK'IN sınırlanmasıdır ki, o zaman da MUTLAK kabul edilen, Mutlak değildir. Demek ki, BÜYÜK GÖZ kabul edilen Kâinat, bugün fizik ilminin de kabul ettiği gibi, "kendi kendini üreten kapalı bir sistem" değildir. Kâinat bir üretilendir. İNSAN'da, ŞUUR'un RUH kanadıyla KÂİNAT'ı nasılsız ve niçinsiz ihata eden, bâtını Allah'ın kendi suretinde yarattığı bir varlık.
Sayfa 418 - İBDA YayınlarıKitabı okudu
1.000 öğeden 981 ile 990 arasındakiler gösteriliyor.