Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Heredot, İskitlerin nasıl kenevir tohumu toplayıp üzerlerine kızartılmış taşlar attıklarını anlatır. Onlar için bu, Yunan hamamlarındakinden çok daha güçlü kokuya sahip bir buhar banyosu gibiymiş ve bundan aldıkları zevk öylesine büyükmüş ki, kendilerini tutamayıp neşe çığlıkları atıyorlarmış.
Tarifine kadar vermiş
Hint keneviri, tereyağı ve az miktarda afyon birlikte kaynatılarak esrar elde edilir.
Reklam
...Sessizce okur..
Bana inanın, esrar çeken insan bu yüz kızartıcı hayaletleri cesaretle karşılayabilir ve hatta bu çirkin anılardan yeni hazlar ve gurur vesileleri devşirebilir.
Uyku!
Uykuda, şu her gece yaptığımız macera dolu yolculukta, olumlu anlamda mucizevî olan bir şey vardır; düzenli tekrarlandığı için gizemi azalmış bir mucizedir bu. İnsanın rüyaları iki türlüdür: Sıradan hayatının ayrıntıları, kaygıları, arzuları ve günahlarıyla dolu birinci tür rüyalar, hafızanın engin tuvaline yerli yersiz işlemiş, gündüz gözüyle görülen nesneleri az çok tuhaf bir biçimde birleştirir. Bu doğal bir rüya görmedir; bizzat insanın kendisidir. Fakat ikinci tür rüyalara gelince, bu rüyalar uyuyan kişinin karakteri, hayatı ve tutkularıyla alakasız ve bağlantısız olan, saçma ve beklenmedik rüyalardır. Benim “hiyerogliftik” diye nitelendirdiğim bu tür rüyalar hiç kuşkusuz insanın doğaüstü yanını temsil eder ve eskiler bu tarz rüyaların tam da saçma oldukları için ilahi olduğunu düşünmüşlerdir.
“Ne hissediyorsun? Ne görüyorsun? Harikulade şeyler mi? Olağandışı görüntüler mi? Sahiden güzel mi? Yoksa sahiden korkunç ve tehlikeli mi?”
Reklam
“çünkü insanın şiirsel gücünü aşacak kadar güzel bir şey gerçek duygulanımdan ziyade şaşkınlığa yol açar.”
Bazen şarabın konuştuğunu duyar gibi oluyorum; yalnızca ruhların duyup anlayabileceği bir sesle özünden şöyle diyor: “Ey insan, sevdiğim, camdan hapishaneme ve mantar sürgülerime rağmen sana kardeşlikle dolu bir şarkı, neşe, ışık ve umut dolu bir şarkı söylemek istiyorum. Nankör değilim ben; hayatımı sana borçlu olduğumu biliyorum. Sarf ettiğin onca emeği ve sırtındaki güneşin sıcaklığına ne zamandan beri dayandığını biliyorum. Madem hayatımı sen verdin bana, ben de seni ödüllendireceğim. Borcumu sonuna kadar ödeyeceğim; çünkü ben ağır işten sonra kurumuş bir boğazın dibine inince müthiş bir neşe duyarım. Namuslu bir adamın göğsünü, o hüzünlü ve vurdumduymaz mahzenlere tercih ederim. Orası, yazgımı can atarak yaşadığım sevinçli bir mezardır. İşçinin midesinde büyük bir kargaşa çıkarırım ve oradan, görünmez merdivenlerle beynine çıkıp olağanüstü dansımı yaparım."
Yaşamın gerçek bir büyüsü vardır: Oyun büyüsü. Ama kazanmak da yitirmek de ilgilendirmiyorsa bizi.
Edgar Allan Poe
ruhun gizemli marazlarından söz açıldığında her zaman kulak verilmesi gereken o eşsiz şair, o çürütülemez filozof Edgar Allan Poe nice harika sayfada afyonun karanlık ve çekici güzelliklerinden söz etmiyor mu? Keza ay yüzlü Berenice’nin aşığı, metafizikçi Egaeus de kendisini en basit olaylara anormal büyük anlamlar yüklemeye iten, yetilerinin zayıflamasından bahseder. “Bir kitabın metninde veya sayfa kenarında yer alan önemsiz bir alıntıya dikkat kesilerek hiç usanmadan saatlerce düşünmek... Bir yaz gününün büyük bir bölümünde duvar halısına veya döşemeye yanlamasına düşen tuhaf bir gölgeye dalıp gitmek... Bir lambanın muntazam alevini ya da bir ateşin közlerini seyre dalarak kendini unutmak... Günlerce bir çiçeğin kokusunu düşlemek... Yaygın kullanılan bir sözcüğü yeknesak bir şekilde tekrarlamak, ta ki sesi peş peşe tekrarlamadan dolayı anlamını yitirene değin... İnatla uzun bir süre tam bir bedensel atalet hali içinde kalarak hareket veya bendesel varoluş duyusunu tamamen kaybetmek. İşte bunlar, zihinsel yetilerimin için bulunduğu bir durumun yol açtığı en yaygın ve en zararsız aşırılıklardan bazılarıdır. Aslında bunlar bütünüyle emsalsiz olmasa da her türlü açıklamaya ve tahlile kesinkes meydan okuyorlardı.”
Geri199
1.000 öğeden 991 ile 1.000 arasındakiler gösteriliyor.