Evrimin küçük, minnacık bir gösterimi
Jack London'ın okuduğum ilk kitabı olmasından mıdır bilmem ben beğendim. Biraz kitaplarını araştırdığımda diğerlerinin daha iyi olduğuna yönelik yorumlar okudum. Bu kitaptan sonra diğerlerini de okumaya karar verdim. Listeme ekliyorum hemen.
Gelelim kitaba.
Kitap modern bir insan yavrusunun gözünden ilkel ilk insanlari 3 ayrı grupta anlatıyor. Bu üç grubun arasındaki farkları ve çekişmeleri anlatıyor. Günümüzdeki halimize ulaşana veya ulaşamayana kadar insanoğlunun başından geçen olaylar silsilesini okurken kitapta kayboluyor, bir yerde kendinizi "Acaba böyle miydi? " derken biliyorsunuz. Tabi evrimi bilmiyorsanız böyle dersiniz :)
Kitabın yazarı 2 ay daha uğraşıp kitaba biraz daha zaman ayırsaydı belki Koca Diş'in rüyalarını da görüp bir de hala solucan olan atalarımızı da öğrenmiş olurduk. :)
Bu kitabın en az lise çağına gelmiş her gencin/ çocuğun okuması gerektiğini düşünüyorum. Çünkü evrimin anlaşılmaz ve çok karmaşık olduğuna yönelik bir önyargı bulunuyor çoğunlukla. Bu kitap biraz olsun dediğim gibi çok azıcık da olsa evrime bir selam gönderiyor. Azıcık diyorum çünkü sadece birazını , yazarın yani bir başkasının gözünden görüyor, en fazla fantastik roman okumuş gibi bir hava alıyoruz. Bu tam da çocuklar için ve henüz eski devirleri öğrenmemiş insanlar için bir başlangıç sayılabilecek bir ön bilgi oluştuyor.
Kitabı kesinlikle tavsiye ediyorum. Okunması gereken kitaplardan.
Ayrıca küçüklüğümden beri karanlıktan korkan biri olarak en çok karanlıkla ilgili kısmı aklımda yıllarca kalacak gibi :)
Adem'den ÖnceJack London · İndigo Kitap · 201918,7bin okunma
"Onu yalnızca dokunarak, yalnızca koklayarak bile tanırdım; kör olsam bile nefeslerinden, ayaklarının yere vuruşundan tanırdım. Ölmüş olsam bile, dünyanın sonu gelmiş olsa bile tanırdım onu."
Bir Romeo ve Juliet daha..
Hangi kelimelerin bu kitabı anlatmama yeteceğini henüz bulamadım. Konuya direkt giriş yapacağım. Kitap okurken özellikle diline çok önem veririm. Anlatış şekli seni içine çekmeli ve o dünyada yaşıyormuş gibi hissettirmeli. İşte bu kitap da aynen böyle. Savaştan bahseden kısımları okurken her an omzunuzu bir mızrak delecekmiş gibi hissediyorsunuz. Kitabı bırakırken savaş alanından çıkıp normal hayata dönüyorsunuz. Romanın baş kahramanlarının aşkını okurken o aşkta kendinizi buluyorsunuz. Kahramanlara bir şey olacak diye içiniz içinizi yiyor. Her sayfayı çevirirken eyvah işte beklediğim son diyip hem gözlerinizi okumaktan alamıyor hem de okumamak için kendinizi zorluyorsunuz. Medaline Miller'in "Ben, Kirke" kitabını okurken de dilinden dolayı aynı tadı aldım ancak savaşın perdesinde kalmış olan aşkı bu şekilde anlatabilen biri çıkar mı bilemiyorum.
Yarı tanrı Akhilleus, "Pa-tro-klos " diyince sesini bizzat kulağınızda duyacaksınız. Patroklos aşkının şanını korumak için onun yerine savaşa katıldığında yanında savaşıyormuş gibi hissedecek, onun savaştan sağ salim dönmesini en az Akhilleus kadar içten isteyeceksiniz.
Kitabı daha önce defalarca önerilerde gördüğüm için çok büyük bir beklentiyle başlamıştım ancak hiç kitap okumamış biri olsaydım ya da az okuyan biri olsaydım belki bende bıraktığı etki daha farklı olurdu. Okurken çok fazla uzatılmış detaylar içinde boguluyorsunuz. İyi yönlerinden biri kitabı bitirince bir yerlerde gerçekten yaşamış birinin hayatını okumuş gibi hissediyorsunuz. Bu kitap okumak için yeterli bir nedense okuyabilirsiniz. Ancak daha fazlası yok bu kitapta. Bir iki kayda değer söz dışında pek beğendim.