"Doğruluk mu cesaret mi?" diye sordu birdenbire.
"Cesaret," diye mırıldandım.
"Sarılsana bana."
Uzun bir bekleyişin ardından bu ikiliye tekrar kavuştuğum için inanılmaz mutluyum. Kitabın daha ilk sayfasını okurken ait olduğum bir yere geri dönüyormuş gibi hissettim. Serinin içindeki bazı benzetmeler ve cümleler beni
Vurgun yemiş meyvelerim çürüyor
Benim geçtiğim yollar karanlık
Salgın gelmiş bağıma bahçeme benim
Sen ışıklı yollarda bensiz yürü
Hilkatim benim böyleyim
Yüz çehrem senin yokluğunla soğuk
Omuzlarım düşük kaşlarım çatık
Nefes alacak yer yok sensizlikten
Gecem bir kâbus
Gündüzlerim karanlık
İçime düşünce sen
Ben nerdeyim sen nerdesin
Sen ışıklı yollarda bensiz yürü
Ellerim gözlerim sensiz kalsın
Sesine hasret kulaklarım
Sağır olsun lal olsun dilim.
Kırılıyoruz, ya sen ya ben
ya da kırılmışlığımız
öyle derin öyle onarılmaz
bir yol arıyor yüzeye vurmak için
bir bahane. onarılamıyoruz
onaramıyoruz, ekimiz görünmeden
sen ve ben
Rüzgar olup saçlarının teline dokunsam.
Güneş olup yüzünün ışıltısını ortaya çıkarsam.
Gece olup gözlerini dinlendiren uykun olsam.
Sen ben olup ya da ben sen olsam.
Garsonun Ünlü Edebiyatçılarla imtihanı 😊😊
GARSON: Efendim, sizleri burada görmek büyük mutluluk!
CEMAL SÜREYA: Kim istemez ki mutlu olmayı? Ama mutsuzluğa da var mısın?
GARSON: Anlamadım efendim?
CAN YÜCEL: Geldiğin kadar değil, göründüğün kadar mutlusun ve sakın unutma; gittiğin kadar değil, hak ettiğin kadar unutulursun.
GARSON: Anlıyorum
Ben sana mecburum bilemezsin
Adını mıh gibi aklımda tutuyorum
Büyüdükçe büyüyor gözlerin
Ben sana mecburum bilemezsin
İçimi seninle ısıtıyorum.
Ağaçlar sonbahara hazırlanıyor
Bu şehir o eski İstanbul mudur
Karanlıkta bulutlar parçalanıyor
Sokak lambaları birden yanıyor
Kaldırımlarda yağmur kokusu
Ben sana mecburum sen yoksun.