Çekmecenin yalnızca bir köşesine tıkılı kalmış tiyatro çalışmaları, afiş ve kostüm taslaklarına baktı, kaldı…Olmak istediği, yüreğinde taşıdığı Gülsüm’ü orada, o sıkıştığı köşede gördü. Örtülerin, bezlerin istilasına uğramış benliğini.
İnsan her şeyini yitirebilir gün gelir, demişti bir gün bana. Eşini, dostunu, değer verdiği, bağlandığı her şeyi.. Tek başına ayakta kalabilecek gibi hazırlamalı kendini..
Bu adam ömründe hiç sevmiş midir acaba, diye düşündüm. Sevgilisi uğruna naralar atmış mıdır? Belki herkesi sevmiştir, belki hiç kimseyi. Belki de herkesi sevdiği için hiç kimseyi..
İşini sevmek, bir işe yaradığını düşünmekti. Bir işe yaramak, iş edindiğin şeyi iyi yapmaktı. Üstelik bu sevgiye, bu inanca herkesin gereksinimi vardı.
Bir zamanlar göbeği sayesinde ölümden kurtulmuştu, şimdi aynı göbek ölmesine neden oluyordu. Bir göbek yüzünden yaşayacağı, gene aynı göbek yüzünden öleceği kimin aklına gelirdi... Ölüm, bedenin kendi kendini amorte ettiği an değil miydi yoksa?
Hemen her gün posta kutusunda yeni bir kredi kartı buluyordu. Birini tükettiğinde bir başkasını kullanmaya başlıyor; kredi borçları kabardığında bir başka kredi ile bu borçları kapatıyordu. Sanki birileri benim sürekli tüketmemi istiyor, diye düşündü. Hiç üretmeden tüketmek? İyi de bu işin sonu enflasyon değil de neydi?