Akademisyen Orhan'ın Firdevs'e karşı hissettigi takıntılı ve karşılıksız bir aşk ile başlar hikaye. Firdevs ise başına buyruk, gelmek isterse gelen, gittiğinde uzun aralıklarla hiç bir şekilde haber alınamayan bir kadın.
Orhan'a birgün arkadaşı Kenan, Saklıkuyuda ki kendi için kiralayıp oturamadığı eve isterse gidebileceği teklifini sunar ve esas yolculuk başlar.
Yine bir kendini bulma hikayesi. Özellikle "Aşıklara Yer Yok" bölümüne gelince kitabı kesinlikle elinizden birakamayip bitiriyorsunuz. Benim öyle oldu :)
Yorumuma konu özeti şeklinde değil de birkaç not ile devam edeceğim.
Bu sefer daha farklı bir Tarık Tufan ile karşılaşıyoruz. Ama yine onun eski okuyucuları belirgin nüanslari yakayacaktır. Ufak ufak dini bir dokunuş. Baba figürü. Birde Tarık Tufan genelde kitabında İstanbul'un bir semtini belirginleştirir. Bu sefer Cankurtaran ile hemhal oluyoruz.
Saklıkuyu'ya gelirsek. Nasıl huzur dolu bir mekan hayal dünyamda. O kadar çok orda olmak istedim ki. Defne'nin tarçınlı kurabiyesinden yemek, Ahmet Hilmi Bey'in sohbetinden nasiplenebilmek, o dostluk ilişkisi, sakinliğin, hoş sohbetlerin döndüğü yemek sofraları, yağmurun kokusunu içime çekmek... Bütün bu duyguları kalemiyle bize böyle güzel ve canlı hissettirdiği için teşekkür ediyorum yazarımıza.Kimbilir belki bir gün çagırılırız bizde ;)
Ben çok beğendim